Bazı milletvekili ve köşe yazarlarının gerek Kürt Milliyetçilerinin iddialarına destek vermek, gerekse CHP ve özellikle Atatürk ve Milli Mücadele dönemini kötülemek amacıyla büyük çamlar devirerek, olmuş gerçekleri adeta katletmeye başlamaları kimseyi şaşırtmıyor. O kadar cahil ve o kadar yalancılar ki, insan böyle adeta işkembeden uydurulmuş denen hayali iddialar karşısında şaşırıyor. Atatürk-İnönü ve Milli Mücadele dönemini ele alan bu temelsiz iddialar nasıl ciddi bir gazetede yayınlanabiliyor? Televizyonlarda bu cehalet ve bilgisizlik nasıl böylesine pervasızca sergilenebiliyor ve kim bilir ne kadar çok maddi kazançla destekleniyorlar? Ne kadar inanılmaz olursa olsun bu iddiaları cevaplandırmak bizlere düşen bir görev olmalı. Biz bu gün “Türkler Yunanlılara soykırım uyguladı” diyen muhalefet ve birkaç ay önce” Biliyormusunuz Yunan tarihinde Anadolu İstilasından bahsedilmiyor” diyen ve hatta İsmet Paşaya “ Savaş kaçkını, korkak” damgası vurmaya çalışanlara o dönemi yaşamış bir düşman ülkenin( İngilterenin) gazetecilerinden birinin anılarından alacağımız notlarla cevap vermek istiyoruz.
Büyük Taarruzun son günlerinde, İzmir’e doğru ilerleme ve çekilme çok süratli olmuştur. Buna rağmen Yunan Ordusu Ege’yi baştan aşağı yakma imkanı bulmuş, kaçarken önlerine çıkan şehir, köy ve kasabaları yıkmış, sayısız cinayet ve tecavüz suçu işlemiştir. 9 Eylül’den birkaç gün geçmeden İzmir’de yanmaya başlamıştır. Günümüze kadar İzmir’i yakma sorumluluğu üzerinde değişik spekülasyonlar yapılmış ve hatta suç Ordu Komutanı Nurettin (sakallı) Paşa vasıtasıyla Türk ordusuna yüklenmeye çalışılmıştır. Bizce bu konuda hiçbir yorum yapmadan, Manisa’yı, Alaşehir’i, Salihli’yi ve diğer köy ve kasabaları kim yakıp yıkmışsa yıkım onun eseridir demekle yetineceğiz.
Bu konudaki en tarafsız bilgileri, 9 Eylül’den bir hafta geçmeden İzmir’den Ankara’ya doğru yola çıkan bir İngiliz bayan gazeteci Grace Mary Ellison’un anılarında izlemek mümkündür. Bayan Ellison, Manisa’da 14.000 evden 13.000’inin yandığını, 1000 kadar sağlam ev kaldığını ve Alaşehir’de 4800 evden sadece 100’ünün kaldığını ve Yunanlıların cinayetlerini yakından izlediğini belirtmektedir.(1) Bayan Ellison trenle Ankaraya giderken bazı kasabalarda durmuş ve yakılıp, yıkılan yapıları ve götürülemedikleri için öldürülen ve hatta ayakları kırılan büyük baş hayvanları, camilere doldurulup topluca yakılan insanları yakından görme şansı bulmuş ve hatta yerli halkla imkan buldukça konuşma imkanı bulmuş bir insandı. Evlerden hala tüten dumanlar ve binlerce evsiz kalmış insanın çaresizliği ve kırık ayakları ile yerlerde sürünen hayvanlar bu yazarı çok etkilemiştir.
Bayan gazeteci bu olayların Batı dünyasında neden duyulmadığını bakın nasıl anlatıyor:
“İstanbul’da Amerikalı ve İngiliz özel muhabirleri, birkaç casus aracılığı ile dedikodu ve kulak dolması sözleri bir araya getirip (Dış dünyaya) gönderdiklerini içtenlikle itiraf etmişlerdir.”(2)
“İstanbul’da yabancı basın mensupları Rumlardan para alıyor, her gazete muhabirinin Yunanlılar tarafından para desteği gördüğünü öğreniyordum”(3) (Ernest Hemingway’de bu gruba dâhildi, batıya Yunan cinayetleri hakkında bir tek kelime duyurmadığı halde Yunanlıların kaçışından Hıristiyanlık adına acı duyduğunu ifade eden yazılar yazacak ve Amerikan yayın organlarında yayınlatacaktır.)
Bayan Ellison, batı Anadolu ve Ankara’yı görüp yurduna dönerken Bursa üzerinden geçer ve arabadaki bir Amerikalı meslektaşı ile aralarında geçen ilginç konuşmayı şu sözlerle yansıtır:
“Arabamız geçtiğimiz köylerdeki yıkıntılardan, Yunanlıların barbarlığından söz ederken arkadaşımın sıkıntıları patlama derecesine geliyordu. “Biz dürüst davranmadık” diye bağırdı. “Ben ne Yunan, ne de Türk taraflısıyım. Ve şu anda Hıristiyanlıkla da işim yok fakat bu gördüklerimiz hakkında ses çıkarmayışımızı anlayamıyorum. Siz ve ben acele edelim. Bir değişiklik olarak biraz gerçeği yazalım” Ona bir şeyler yapılmasına, hiç olmazsa Ankara hakkında gerçeklerin biraz bilinmesine boşu boşuna çalıştığımı söyledim. Eğer yazılarımda Yunanlıların yaptığı mezalime ait bir kelime varsa, Yazı İşleri müdürünün makası hemen işe koyuluyor ve gerçek söylenmemiş ve duyulmamış olarak kalıyor.”(2)
İngiliz gazetecisi bayan Ellison gördüklerini şöyle genelleştiriyor: “Fransa’da buna benzer yıkılmış yerlerin bulunacağını bana iddia edemezsiniz. Ben, Fransa’nın savaş sırasında her yerini gezdim. Orada insanlar, bir köy yıkılmışsa ötekine göç edebiliyorlardı. Evet, Almanlar da orada çok yıkım yaptılar, bunu küçümsemiyorum. Ama onlar hiçbir zaman kadınları ve çocukları ateşe vermek için kiliseye sokmadılar.(5) Köylerin toptan yakılması, davarların öldürülmesi normal savaş kurallarından sayılmamalı. Kadınların boğazlarının kesilmesi Yunanlıları uygarlığın çok dışına çıkarmıştır.”(6)
İngiliz gazetecisi Lozan’a da gitmiş ve Türk heyetinin çalışmalarını İsmet Paşanın yakınında izlemiştir. Yabancı basının ön yargılı davranışının farkındadır ve bundan rahatsızlık duymaktadır.haberguncel.blogspot.com
“Kuşkusuz ilk elden bilgi edinmenin güçlüğünden dolayı, pek çok insan Türklerin aleyhinde olmuştur. Mesela Rıza Nur, “Ermenilerin ulusal yurdu” saçmalamasını saatlerce sabırla dinledikten sonra, gerçeği söylemesine izin verilmeden bir ruh kırıklığı içinde konferans odasını terk etmişti. Gerçek, önemli konular üzerinde bilgi veremedikleri zaman gazeteler “nefret alevlerini” Türkler aleyhine körüklemek, ya da suçlama parmağını onlara çevirmek için hesaplı ve birkaç gereksiz ayrıntıyı büyütmeye hazırdırlar. Gazeteler belki de hiç yapılmamış küçük hatalar için sütunlar doldururken hayati sorunlar basında hemen hemen bütünüyle ihmal edilmektedir ve atak Asyalıların içi acı bir nefretle dolmaktadır.” (7)
“Milletler Cemiyeti’nin kendi basınının şerefli ve tarafsız başkanı şunu bildirmektedir. Biz Yunan ve Ermeni propagandasının gerçek değerini yakaladık, sonuçta Türklere sempati duyduk. Böyle bir pişmanlık çok geç ama belki yine de daha akıllı bir politika güdülmesine yol açabilir.”(8) Ancak böyle olmayacak ve İsmet Paşa sıkıntılı günler geçirecek ve şikâyetini şu sözlerle dile getirecektir:
“Biz Barış için elimizden geleni yapıyoruz. Fakat bir ulusun, diğer bütün devletlere karşı koyması çok zordur. İsteyerek ya da istemeyerek bizim ulusal amaçlarımızın, bizim için ne anlama geldiğini göremiyorlar. Onların Yunanlılara ve Bulgarlara teklif etmeyi akıllarından geçiremeyecekleri şartları, gururlu bir ulus olarak bize nasıl kabul ettirebilirler. Diyorlar ki, büyük devletler bizden barbar olarak nefret eden ve bize güvenmeyen kendi halklarının oyunu susturmak zorundalar.”(9)
Gerçek durumu yansıtan bu anılardan sonra fazla bir şey söylemenin gereksiz olduğuna inanıyoruz. Bu vesile ile bu yüce ulusun milletvekilliği ile onurlandırılmış yurtdaşların temelsiz saçma sapan iddiaları bir kenara atıp, konuşma yapacakları konular hakkında biraz inceleme, biraz araştırma yapmalarını tavsiye ederiz.
DİPNOTLAR:
(1) Grace Mary Ellison, An Englishwomen in Angora, s.74, 75 (London-1923), Türkçesi-Bir İngiliz Kadını Gözüyle Kuvayı Milliye Ankarası, s.69-71 (Milliyet yayınları, İstanul-1973). Ayrıca bknz. İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, s.267-345; Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, s.49-72; İzmir’den Bursa’ya (Atlas Yayınları, İstanbul-1974)
(2) G.M. Ellison, s.309; An English Women In Ankara, s.302-303
(3) G.M. Ellison, s.141
(4) Aynı eser, s.123; An English Women In Angora, s.260
(5) Yazar, Camileri doldurulup yakılan Türkleri kastediyor.
(6) Aynı eser, s.74; An English Women, s.74, 79
(7) Aynı eser, s.307; An English Women, s.302
(8) Aynı eser, s.322
(9) Aynı eser, s.315; Batı’nın bu önyargılı davranışları bizim dönemimize ve hatta günümüze kadar devem edecektir.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder