Varolmak ve istirap - Yaşar Nuri Öztürk

Varlık alanına gelmekle, varolmak aynı şey değil. Varlık alanına gelenlerin birçoğu, varoluş sırrının gerçekleşmesine malzeme olan ‘şeyler’dir. Varolmaksa, şey olmaktan çıkıp şeylere yön verme, şekil verme çizgisine ulaşmaktır. Varoluşçu felsefenin terimlerini kullanırsak; varolmak, iğreti varlıktan gerçek varlık (authentic existence) mertebesine geçebilmekle mümkün olur. İğreti varlık, bestenin malzemesi; varolansa besteyi yapandır.
 
İrade, kudret, faaliyet, yapıp-ediş, kısaca yürüyüştür varolmak… Malzeme varlıksa, yürüyenlerin kullandıkları hammaddelerdir.

İnsan dışındakiler, sadece malzeme varlıklardır. Varolan, yalnız insandır. Malzeme varlığın bütün şerefi, varolana hizmet etmesindedir. Kur’an buna teshîr (varlıkların insana boyun eğdirilmesi) diyor. Boyun eğdirilen varlıklar, varolanın hâkimiyeti için araçlardır. Varolan varlık, o malzemeyi kullanır ve küllî egonun istediği yönde hedefine götürür.

Kur’an, varolanın, malzeme varlıklar üstündeki hâkimiyetine giden yolun ışıklarını yakar, köşe taşlarını koyar ki, yaratıcı mimarlar emin ve rahat yürüsünler.

Varolmak, ‘özgür ben’ olmaktır. Ben veya benlik olmak, çok ince bir yolu yürümek sanatıdır. Kur’an buna, sıratı müstakîmi yürümek diyor. Bir yoldur ki sıratı müstakîm, hem küllî ego tarafından izlenir hem parça egolar tarafından. (Hûd, 56; Fâtiha, 6)

İnce yolu yürümeye koyulmak bizi bir kozmik titizliğe mecbur bırakır. Bu yüzden, varolmak, bir kozmik ürperiş getirir benliğe… Bu bir risktir, en büyük risktir. Malzeme varlıkların, yakınına bile sokulamadığı bir risktir bu… Varolmanın en çileli, fakat en şerefli yolunu gösteren Kur’an, bu riske, bu kozmik sancıya dikkat çekerken şöyle konuşuyor:

Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ürpererek uzaklaştılar. İnsansa, çok zalim ve bilgisiz olduğu halde, emaneti yüklendi.” (Ahzâb, 72)

Varolma riskinin en güçlü omuzlayıcıları, peygamberler oldu. En büyük peygamberin muazzez torunu, aşk ve ıstırap şehidi Hz. Hüseyin’de bu gerçek, ifadesini şöyle buluyor: “Hayat, inanmak ve mücadele etmektir.”

ISTIRAPSIZ İMAN İMAN DEĞİLDİR

Malzeme varlıkla varolan varlık arası farkı, ıstırabı kucaklayan iman belirler. Ara varlıklarda iman, bir söz ve iddia olayı olduğundan, onların imanı, ıstıraba ulaşamaz. Bu yüzdendir ki, Kur’an, ıstırapsız imandan bir şey beklemez:

“İnsanlar zannederler mi ki, ‘iman ettik’ demeleriyle, hiçbir imtihana çekilmeden bırakılacaklardır. İşin doğrusu şu ki, biz onlardan evvelkileri de ıstıraplarla denedik.” (Ankebût, 2-3)

Kur’an’ı anlamak, imanla ıstırabı kucaklaştırmaktır. Varoluş sırrının Muhammedî zirvelerinden biri olan Muhammed İkbal şöyle demiştir: “İman adamı, Kur’an’ı okurken Kur’an olabilen adamdır.”
Bugünkü İslam-Doğu, Kur’anî varoluşun hürriyet ve yaratıcılık boyutlarını yakalamak zorundadır. Bu dünyada insan, henüz kahır ve ezilmişliğin acısından kurtulup hür yaratıcılığın ufuklarına yükselebilmiş değildir.

Servet ve refah, ıstırabı azaltırken, hürriyet ve yaratıcılık riskini göğüslemeyi sağlayan aşk ve imanı kokuşturur, pörsütür. Bu yüzden, Yaratıcı şuurla paralelliği kurulmayan servet ve refah, insanın varolma coşkusunu öldürür.

İnsanlık, zamanüstü kitabın, ‘zeval bulmaz saltanat: mülk lâ yebla’ (Tâha, 120) dediği oluş ve erişe layık hale gelmek için, “Yalnız lütuf isteriz” demenin hayvansal rahatlığından sıyrılıp, “Kahır içindeki lütfu isteriz” demenin büyüklüğüne ulaşmak zorundadır.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget