Kötü düşler görmez çocuklar uyurken... Akan kanı bilmez, ölümleri
düşünmez.
Masmavi bir yüksekliğin arkasına sığınmış
umutların ansızın acıya, hüzne dönüştüğünün farkında
olmaz...
Aslında gecelerden, dehlizlerden, ırmaklardan söz
edecektim...
Önce öyle düşündüm...
Soracaktım kendi kendime:
“Yaşamın kaç rengi var?”
Belki çoğumuz düşünmemiştik hayatın içindeki o renkleri...
İnsanlık onurunu çiğneyenin, çiğnetenin kim olduğunu düşünmediğimiz
gibi.
Gözlerimizin içinin suçiçeği gibi olduğunu da
bilmiyorduk bana soracak olursanız...
Toprağın yağmura doymasına karşın kana doymadığını.
***
Barışa doğru bir adım atıldığında Paris suikastıyla
şaşırıp kaldık.
Uzmanlarımız televizyonlarda bol bol yorum yapmaya
başladılar.
Emekli askerler, gazeteciler, bilim insanları...
Kimileri Bağdat’ı gösterdi, kimileri
Şam’ı, kimileri İran ve
İsrail’i.
Fransız polisinin soruşturmaya bile başlamadığı
saatlerde...
Elbet, Türkiye’yi gösterenler de vardı
ama bir Fransız yetkili “Türk gladyosunun işi değil”
deyiverdi.
Ne de olsa ASALA’yı
biliyordu...
Bu konuda uzman değilim...
En az bir hafta beklemek gerek.
Öldürülenlerin kim olduğunu bildiğimize göre
izlemekte yarar var...
***
Umutlar mavi bir derinliğin içine gömülse, o
dağların arkasına gizlense, çocuklar bir sessizlik içinde büyüse,
vadiler yeşilliklere bürünse, analar ağlamasa hayat nasıl
güzel olur bilir misiniz?
Ayaza kesmiş bir gecenin sonuna doğru...
Şafak vakti...
Uyandınız mı hiç?
Gecenin karanlığı bir duman gibi dağılırken bütün
yeniliklerin battığını, çiğnendiğinizi aklınıza getirdiniz mi?
Yüreğiniz acıyla burkulur sizin de benim
gibi...
İnsanlık ezilir!
Ezilir gülüm!
Ezilir suçiçeğim!
Benim mavi geleceğim!
Özgürlüğüm!
Hayat bir düşe benzer, bir şarkıya, şiire, öyküye
ve romana.
Çağlardan beri süregelen bir acıyla burkulur.
Yaakov Steinberg gibi, birbirinden kara düşünceler kurcalar
zihnimi.
Mavi bir gözbağı gözler
içindir...
Kırmızı olanı, 80’li yıllarda siyahla
yarış eder, gözaltında işkencelerde...
Aradan 33 yıl geçmiş!
Rengini anımsayanlar var mı
içinizde?
Beyaz yakarışlar, kopmalar, yiten dostluklar,
arkadaşlıklar...
Hrant Dink cinayetinin örgütlü bir suç olduğunu söylediğimizde
bizleri gammazlayanlar.
Şimdilerde Malatya Zirve Yayınevi katliamının,
Trabzon’da rahip Santoro
cinayetinin “örgütlü çetenin” işi
olduğunu duyunca şaşırıyorlar.
Vicdanı olanlar Silivri zindanında ölümcül hastalıkla mücadele eden
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun çığlığını
duymuyor.
***
Analar bu coğrafyanın her tarafında...
İstanbul’da, Ankara’da,
İzmir’de... Adana’da,
Diyarbakır’da,
Hakkâri’de...
Edirne’de, Kars’ta,
Van’da...
Kayseri’de, Samsun’da,
Trabzon’da...
Tüm analar bizim, tüm çocuklar...
Ve suya doyan toprak nasıl oluyor da kana
doymuyor?
Hak!
Hukuk!
Adalette eşitlik!
Eşit yurttaşlık!
Demokrasi ve özgürlük!
Vakit daralıyor, karanlık basıyor artık...
Sesimiz, soluğumuz kesiliyor ey strateji uzmanı arkadaş.
Sen böyle ahkâm kesme Paris suikastı üzerine bilip
bilmeden...
En azından bir hafta bekle ve öyle
konuş!
Barışa bir adım atmak zor mu senin
için?
Zor mu!
Yorum Gönder