Sevgili,
“10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü”nü
Silivri’de geçirdim.
Çünkü, şu anda gazeteciler içinde en ilginç ve en önemli üretimin orada
yapıldığına inanıyorum.
Belki pek inandırıcı bulunmayacak ama önce duygularımı ifade etmek
istiyorum.
Doğrusu oraya dayanışma olarak, biraz da içerideki arkadaşlara
“Biz buradayız, hep yanınızdayız” demek, moral
vermek için gitmiştim. Kendim moral buldum.
Onları duruşma salonunda arslanlar gibi dimdik görünce, içimdeki
sıkıntı dağılıverdi.
Teslim olmamışlardı ve orada yıllardır tutsak edilmiş nice aydın,
yazar, hoca, tabip, emekli subay yaşam dolu, cıvıl cıvıldılar.
Doğrusu, çok içeride kalmışlığım, çok hapishane ziyaretçiliğim
olmuştur.
Ama bu son defaki duyguyu ilk kez duydum.
Ondan önce, onları orada görmekten duyduğum tedirginlik, iki adım
ötemde duran ve bizim için orada yatan dostlara, arkadaşlara, meslektaşlara bir
el uzatamamanın yol açtığı eziklikle birleşiyordu.
***
Bu kez öyle olmadı. İlk zıplar gibi neredeyse
koşar adımlarla salona giren Mustafa Balbay’ı
gördüğümde mi, Tuncay Özkan el salladığında mı, çok parlak
olmayan sağlık haberlerine karşın, gayet iyi görünen Mehmet
Haberal’ı gördüğümde mi kapıldım bu hisse bilmiyordum.
Sonra düşündüm çıkardım. Galiba her zamanki kalpağı ve kızıl atkısıyla mahkeme
salonunda sanki kendisine ayrılan alanın daraltıldığının hiç farkında olmayan ya
da umursamayan, bir çöl arslanı fütursuzluğuyla gezinen Yalçın
Küçük ile başladı moral bulma duygusu.
Koca salonun devi, o çöl arslanı edasıyla dolanan ve hiçbir şeyi dert
etmeden, bir yandan “heyet-i hâkime”yi, bir
yandan salondakileri, yüzünden eksik olmayan gülümsemesiyle izleyen Yalçın
Küçük’ü, ben de sanki belli edersem büyü kaybolacakmış
gibi çaktırmadan izliyordum.
Bakıyordum salondakilere...
Gerçekten teslim olmayanlar kaybetmiyorlardı.
10 Ocak 2013 yaşamımın en anlamlı
“Çalışan Gazeteciler Günü” idi.
Ertesi gün Cumhuriyet’in ikinci sayfasında
“Cumhuriyet Kitapları”nın Mustafa Balbay ve
Tuncay Özkan ile ilgili ilanını gördüm.
Sağ üst köşede “Mustafa Balbay 1408 gündür
tutuklu”, “Tuncay Özkan 1571 gündür tutuklu” diye
kayıt düşülmüştü. Ve de ilan başlığı: “Onlar
hapiste de üretiyorlar.”
Evet, hem de dönemin en anlamlı, en onurlu, en değerli üretimlerinin
sahipleriydiler.
“Arada için daralınca, ufkun kararınca, git gör o hapiste de
üretenleri!” derim.
***
Sevgili,
Değerli bir genç dostum var; genç diyorsam bana göre genç, hoş zaten
bana göre genç olmayanların sayısı da öyle azaldı ki. Her neyse, dostum
Ahmet Kadri Ergin bana göre iyi bir şair, arada
Mine Kırıkkanat da köşesinde şiirlerine yer veriyor. Bugün
de burada, yeni yitirdiği bir çocukluk “arkadaşına”
yazdığı şiiri okuyalım:
GEÇ KALMIŞ BİR AĞIT
Buralardan sana dönemem artık
şapkam atkım eldivenlerim var şimdi.
Üstelik ayaklarım üşüyor
ve yüreğim de
çok önceleri
ramazan geceleri
davulcu olup geçerdim
evinizin önünden
türkü söylerdim
gizlice çıkardım kayısı ağaçlarına
deli çocuk babam görecek kaç
çabuk sesleriyle
bütün yıldızlar bütün gökyüzü
dönerdim sokaklarda sabahlarla
soğuk olur Çorlu’da kış akşamları
çocuklar yattıktan sonra
masallar da buz tutar
çıkarıp gömleğimi karlara yatardım
Yılmaz Güney’li filmlerden sonra
İnce Memed okudum
okul müdürünü vurdum
sen bir yana, ben bir yana
nerde olduğunu bilmiyorum
nerde olduğumu bilmiyorsun
buralardan sonra sana dönemem artık
şapkam var eldivenlerim var şimdi
üstelik ayaklarım üşüyor
ve yüreğim de
Yorum Gönder