Alevilik demek sadece Ali’yi sevmek anlamına gelmemektedir. Kimileri
tarafından hangi kategoriye sokulmaya çalışılırsa çalışılsın ya da mezhep olup
olmadığı konusunda birtakım fetvalar verilsin, Alevilik ayrı bir inanç
sistemidir. Bu inancın hiçbir makam, mevki ya da kişilerce “kesinlikle
yorumlanamayacağı, tartışılamayacağı ya da kategorize edilemeyeceği” açıktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugünün ve dahi Cumhuriyetin kuruluşundan
bu yana hükümet eden tüm Cumhuriyet hükümetleri, Alevileri hâlâ yok saymakta;
“Mesele Ali’yi sevmekse biz de Aleviyiz” -ki ilgisi yoktur- yalanını “servis”
etmekte ve bunda da çok ısrarlı görünmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, 4-12 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan Sivas Kongresi’nin sonuç
bildirgesiyle oluşturulan Heyet-i Temsiliye’yle çekirdeğini oluşturmuş; 23 Nisan
1920’de Ankara’da toplanan Meclis’te, “en yaşlı üye ve başkan sıfatıyla” Sinop
Milletvekili Şerif Bey’in açılış konuşmasındaki “Büyük Millet Meclisi’ni
açıyorum” ifadesiyle vücut bulmuş; yine bu Meclis’in Ankara Hükümeti sıfatıyla
yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’nı ve Anadolu Devrimi’ni gerçekleştirmiş ve ardından
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in İlanı’yla da adını koymuş bir devlettir.
Bugün
7 Kasım 1982 tarih ve 2709 sayılı kanunla yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın “kanun önünde eşitlik” başlığı altındaki 10. maddesi, “herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” demekte; “din ve vicdan
hürriyeti” başlıklı 24. maddesi ise “herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat
hürriyetine sahiptir. 14’üncü madde (temel hak ve hürriyetlerin kötüye
kullanılamaması başlıklı madde kastediliyor) hükümlerine aykırı olmamak şartıyla
ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere
katılmaya, dina inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve
kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz” demektedir. Yani anayasa,
vatandaşlarına dini kanaatleri ya da ibadetlerinin şekli konusunda herhangi bir
“vaaz” vermemekte, vatandaşlarının ibadetlerini nasıl ve nerede yapacakları
konusunda tamamen özgür bırakmaktadır.
Anayasaya aykırı
Diğer
yandan kurulmuş bugün yürürlükteki anayasanın 136. maddesinde Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik
ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve
milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen
görevleri yerine getirir” amir hükmü ifade edilmiştir. Ancak kuruluşundan bu
yana bu başkanlık, Sünni-Hanefi mezhebinin temsilcisi ve aktif savunucusu
konumunu sürdüregelmekte; Aleviliği yok saymakta ve Alevilerin kendi ibadet
yerleri ve ibadetlerini nasıl yerine getirecekleri konusunda “anayasaya” aykırı
hareket etmektedir. Çünkü belirttiğimiz üzere, bu kurum nezdinde Aleviler yok
sayılmakta, bu inanca sahip olan ya da kendisini Alevi olarak tanımlayanlar,
sadece Hz. Ali’yi sevenler olarak zikredilmektedir ki, bu da kocaman bir
“yalan”dır. Ancak şu unutulmamalıdır: Gerekçesi ne olursa olsun, yıllardır bu
topraklarda kendisini Alevi olarak tanımlayan insanlar vardır ve olmaya devam
edeceklerdir ki, bunun reddi, Diyanet’in yetkisini aşması; yani anayasayı ihlal
anlamını taşıyacaktır. Çünkü makam ya da mevkii ne olursa olsun kimse anayasaya
aykırı hareket ya da telkinde bulunamaz.
Bugünlerde Tunceli Milletvekili
Sayın Hüseyin Aygün TBMM’ye cemevi istedi diye yine gündeme geldi. Ancak basında
“Sayın Aygün acaba Alevi ritüellerini ne kadar icra ediyor” mealinde ifadelerin
yer aldığını; yani “Aygün’ün cemevi derdinde olmadığı, bunu bölgesine
-Alevilere- bir mesajı olduğu ya da politik bir davranış olduğu” şeklinde
yorumlandığını gözlemliyoruz. Ancak biz, bu düşüncelere sahip olanların
-herhalde “makbul olan” Hanefi mezhebine mensup olduklarını düşünerek- beş vakit
namaz kıldığı ya da malının ne kadarını zekât olarak verdiği konusunda, yani
kendi inanç sistemlerince İslamın şartlarını ne kadar yerine getirdiği konusunda
bilgi sahibi olamıyoruz. (Zaten böyle bir arayışımız ya da derdimiz de
yoktur.)
Diyanet’in yetkisi yok
Şimdi bu söylediklerimizin
ışığında, kendilerini Sünni Müslüman ya da hak mezhebi olarak kabul ettikleri
Hanefi, Maliki, Hambeli ve Şafi mezhebinden olanların Alevilerden ne istedikleri
pek anlaşılamamaktadır. Kendilerince, “mademki Müslüman olduklarını söylüyorlar
o zaman İslamın tek ibadet yeri camidir; camiye gelsinler” söylemi tamamen
safsatadır. Çünkü inanca sahip olan kişinin kendisi ya da mezhebi, ibadet
edeceği yerin de belirleyicisidir; başka inançtan (mezhepten) olanların diğer
bir mezhebin ibadet tarzını ve yerini belirleme hakkı yoktur ve bunu kendinde
bir hak olarak göremez. “Ulemaya soralım” lafı da kocaman bir yalandır; çünkü
başka bir mezhebin uleması, diğer bir mezhebin inanç ya da ibadet tarzı hakkında
fetva veremez. Keza bu konuda devletin resmi din kurumu konumundaki Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın da böyle bir yetkisi, hatta “haddi”
bulunmamaktadır.
Alevilere ‘ayar’dan vazgeçilmeli
Bu
görüşlerimizden olmak üzere, gerek resmi kurumlarımızın gerekse kendisini “din”
adına konuşmayı görev addeden kişi ya da kurumların “Aleviler ve Alevilik”
üzerine “fetva-yorum-din öğretme” tavırlarının sona ermesini ve Alevilere “ayar”
verilmesi konusundaki “hırslarından” vazgeçmelerini diliyoruz. Unutulmasın ki
bugünün Katolik dünyasının Papa’sı, vizesiz Ortodoks Rusya’ya girememektedir.
Keza yine unutulmasın ki, Hıristiyanlığın bir mezhebi olan Protestanlığın
kurucusu Martin Luther, hâlâ Katolik kilisesinin aforozu altındadır.
Bu
düşüncelerle yine ifade etmek istiyoruz. Alevilik demek sadece Ali’yi sevmek
anlamına gelmemektedir. Kimileri tarafından hangi kategoriye sokulmaya
çalışılırsa çalışılsın ya da mezhep olup olmadığı konusunda birtakım fetvalar
verilsin, Alevilik ayrı bir inanç sistemidir. Bu inancın hiçbir makam, mevki ya
da kişilerce “kesinlikle yorumlanamayacağı, tartışılamayacağı ya da kategorize
edilemeyeceği” açıktır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti niçin Alevileri hâlâ
büyük bir dirençle yok saymakta ısrarlıdır; merak ediyor ve bunun yanıtını
bekliyoruz.
Prof. Dr. Sebati ÖZDEMİR İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
/Cumhuriyet
Yorum Gönder