Görüntü, büyük bir cadı avı görüntüsü. Sanki yerli malı
“Görevimiz Tehlike” dizisi izliyoruz.
Binaların üçüncü katlarına merdivenler dayanıyor, pencerelerden
içeriye baskın yapılıyor, keskilerle baltalarla, balyozlarla
“çelik kapılar” kırılıyor veya kesiliyor,
avukat yazıhanelerine, hukuk bürolarına baskınlar yapılıyor.
Her şey mevhum teröristlere yönelik izlenimi veriliyor.
Denizde, karada, havada terörist avlayan rejimimiz yine terörist
peşinde.
Bu kez hedefte avukatlar ve onlarla birlikte rejime muhalif olan
sanatçılar.
Avukatlar adliyede bile dayak yiyor, hırpalanıyorlar, polisin davranışı
tüyleri diken diken ediyor.
Avukatlar ile ilgili suç duyuruları karşısında ne yapılacağı yasada
belirtilmiş.
Avukat, adalet sürecinin bir parçası, savunma olmadan bağımsız adil
yargı olmaz. Savunmanın masuniyetini sağlayamayan rejimler demokratik
olmaz.
Ama Türkiye’de, rejimin iyi aile çocukları
Deniz Fenerciler ile cici çocuklar dışındakini savunanlar, avukat değil,
terörist ile eşdeğerde kişilerdir.
***
Türkiye’de rejimin beğenmediklerini, rejimi
eleştirenleri, gösteri yapanları, özgürlükten yana çıkanları, bedava eğitim,
sağlık hakkı isteyenleri savunanlar, bir zamanlar
“komünist”tiler, sonra devr-i Kenan ile
anarşist oldular, artık teröristtirler.
Orhan Bursalı dünkü köşesinde şu soruyu
soruyordu:
- Silivri’deki mahkemelerin sanık haklarını
ve yasaların uygulanmasını savundukları için avukatlar hakkında 200 kadar
soruşturma açıldığını biliyor muydunuz?
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen
Coşar 15 avukatın gözaltına alınması ve Çağdaş Hukukçular Derneği
bürolarının basılmasına tepki gösterirken şunları söylüyordu:
- Son on yılda avukatlara yönelik ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan
300’den fazla saldırı gerçekleşmiştir.
TBB Başkanı’nın da belirttiği gibi, bu
saldırılar yargılanma hakkına, yargıya ve hukuka yapılmış
saldırılardır.
Dehşet sahnelerinin bir bölümüne, işin polisiye yönü, biraz da etkileme
efekti dolayısıyla TV ekranlarında rastlıyoruz.
Ama birkaç gazete ve yayın kuruluşu dışında, durup da
“Ne oluyoruz?” diyen yok.
Gazetecilerden, öğrencilerden, muhalif sanatçılardan sonra, avukatlar
da alıyorlar mahpus damındaki yerlerini.
Ama ana medyanın da Türkiye’nin dört bir
yanına yayılmış 103 hukuk fakültesinin de gıkı çıkmıyor.
Oysa, İstanbul Barosu Başkanı Ümit
Kocasakal’ın dediği gibi, bu fakültelerin hocalarının
103’ü, hukuku savunmak için cüppeleriyle
sokakta görünselerdi, çok şey değişirdi.
Ama medya olayları yeterince duymadı, hukuk fakülteleri
görmedi.
Oysa saldırı hepsineydi, hepimizeydi.
Bir gün kapıları çalındığında, onlar için de artık çok geç olmuş
olacak.
Ne Değişti Sadun Abi?
Cumhuriyetin iki yazarını bir gün arayla yitirdik. Toktamış
Ateş ve Sadun Tanju.
Aynı kuşağın çocuğu olduğum Toktamış Ateş ile
Cumhuriyet’in 3. sayfasında halef selef olduk, ama,
rahmetle, saygıyla andığım bu değerli hoca-yazar ile birlikte
çalışmadık.
Sadun Tanju ile ise bu gazetede aynı çatı altında yıllarca birlikte
olduk.
Gazetecilikten çok erken ayrılan, yazarlıktan emekli olunmayacağı için
onu sonuna dek sürdüren Sadun Tanju’yu ilk kez Vatan
yazarı olarak 1950’li yıllarda tanıdım. Emil
Galip Sandalcı, Sadun Tanju, Oktay Akbal, Özcan Ergüder,
1950’li yılların ikinci yarısında Menderes
dönemi hukuksuzluğuna bayrak açmış kalemlerdi.
O fıkralarını olduğu kadar Cumhuriyet’teki
röportaj ve yazılarını da keyifle okuduğum, bugün toprağa vereceğimiz Sadun
Tanju gazeteciliğe başlayalı 63 yıl olmuş.
Keşke bir fırsat bulup kendisine şu soruyu sorabilseydim:
- Bunca zaman içinde ne değişti ki Sadun Abi?
Yorum Gönder