Günlerdir hatta yıllardır güzel Türkiye’miz üzerinde oynanan oyunları izliyor, değişik ulusal kurumlarımıza iktidarımızın ard arda indirdiği darbelerle huzursuz ve rahatsız edilmelerini, bu kurumların mensuplarını adeta ezmek ister gibi siyasi olduğu açıkça belli olan, yargı elemanları vasıtasıyla hırpalanmalarını ibretle izliyoruz. Bu baskıların demokrasi gereği olduğunu, ülkemize ileri demokrasi getirmek için yapıldığını iddia etmek artık geçerliliğini iyice yitirmiştir. Düşünen bütün beyinler bırakın ileri, geri demokrasi getirmeyi gidişatın tıpkı yıllar önce söylediğimiz gibi Teokrasiye ve hatta Faşizme doğru fren tutmayacak şekilde ilerlediğini görmeye başlamışlardır.
Ülkemizi bu güne kadar medeni dünyaya uydurmak ve diğer akil uluslarla aynı sosyal ve kültürel seviyeye getirmek için büyük fedakârlıklarla göstermiş olan Yargı organlarımız, Üniversiteler başta olmak üzere eğitim kurumlarımız, Tıp ve Teknik organlarımız, memurlarımız. İşçilerimiz ve nihayet Ordumuz bir seçim dönemi için iş başına getirdiğimiz siyasi temsilcilerimiz tarafından hala anlamakta zorlandığımız, kendilerine özgü nedenlerle ağır bir idari ve yargısal baskı altına alındılar.
Anlamakta en çok güçlük çektiğimiz bir başka husus; suçlu oldukları iddia edilen komutanların ve aydınların neden tutuklu olarak yargılandıklarıdır? Mademki Ordu mensuplarını ve Türk Aydınlarının işlediklerini iddia edilen suçlamalardan dolayı yargılanmaları gerekiyor, o zaman bu güne kadar onurlu bir yaşam sürdükleri aldıkları yüksek sicil puanları ile belgeli olan bu kişiler neden doğru dürüst bir şekilde yargılamıyor da illa tutuklu olarak yargılama tercih ediliyor.
Düşünün bir ülkenin şerefini, gururunu temsil eden ve binlerce kişi arasında en az kırk yıla yakın bir emekle yetiştirilen Genel Kurmay Başkanımız bile bu hırstan kendisini kurtaramıyor ve tutuklu olarak yargılanması tercih edilerek aylarca ve belki de diğerleri gibi yıllarca hapiste tutuluyor. Oysa tarafsız her birey şunu rahatlıkla sorabilir “Acaba darbeci olarak lanse edilen bu Genelkurmay Başkanı eğer gerçekten darbe yapmak isteseydi onu kim durdurabilirdi.” Bize göre tam tersi AKP İktidarı rahatça durumunu güçlendirmesini bu komutana borçludur.
Davaları ve tutuklu yargılanmalarını savunan basın yayın organlarına devletçe büyük destek verilirken aleyhte konuşmaları susturmak için “yargı bağımsızlığına müdahale ediliyor” iddiasıyla tutuklamalar yapılıyor ve bu konuların gündem dışında kalması için büyük gayret gösteriliyor. Hele bu tip siyasi olduğuna kimsenin şüphesi olmadığı hareketlerin, ülkemizde askeri vesayeti önlemek ve gerçek demokratik düzene kavuşmak için yapıldığı gibi komik iddialara artık kafası çalışan hiç kimse itibar etmiyor. Ülkemiz 2013 gibi inanılmaz bir yılda çağdaş bir dünya yerine bir dinsel tünele doğru hızla itiliyor.
Yüksek Askeri Şura toplantısı sırasında alınan son kararlar, özellikle terfi sırasında olan ve tutuklu yargılanması istenen 40 ‘a yakın General ve yüksek rütbeli subayın sorgusuz sualsiz hepsinin birden emekli edilmesi inanılmaz diktavari bir olay olarak yıllarca hafızalardan silinmeyecektir. Bu olayda Başbakanın ve onun bağlı bulunduğu radikal İslamcı kesimin Silahlı Kuvvetlerimiz ve mensupları hakkındaki duygu ve düşüncelerinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz da yine anlamakta güçlük çektiğimiz husus; Türk Komuta Heyetinin bu kararı itiraz dahi etmeden kabul etmesidir.
Şimdi Türk aydınlarının durumuna bakınca insan üzülmeden edemiyor. Bakın tutuklular neden tutuklu yargılandıklarını bize nasıl anlatıyorlar:
“Biz neden tutukluyuz, biliyor musunuz?
Delillerin iki yıldır toplanamamış olması nedeniyle tutukluyuz.
Henüz toplanamamış delilleri karartma ihtimalimiz nedeniyle tutukluyuz.
Bulunduğumuz mesleki konum nedeniyle tutukluyuz. Hepimiz kendi irademizle koşa koşa yargı karşısına geldiğimiz halde kaçma şüphemiz olduğu için tutukluyuz. Suçlandığımız konu, yasadaki katalog suç tanımı içinde yer alıyor diye tutukluyuz. Bizi suçlayan delillerin sahte olduğunu 1500’den fazla maddi olgu ile kanıtlamamıza rağmen, hakkımızda kuvvetli suç şüphesi olduğu için tutukluyuz.
Herkesin unuttuğu ama tarihçilerin çok iyi bildiği bazı gerçekler görmezden, bilinmemezlikten geliniyor. Türkiye Cumhuriyetini bütün iç ve dış düşmanları bertaraf ederek kuran güç, Türk Ordusudur. Ordu aynı zamanda Çağdaş yaşamın da kurucusu ve koruyucusu olmuştur. Demokratik olarak tanımladığımız hiçbir ülkenin ordusu böyle bir görev üstlenmemiştir. Ama ne yazık ki günümüzün siyasilerinin, onları hain gibi gösterirken, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü parçalamak için uğraşan gerçek hainlerin de kahramanlar gibi karşılanmasını kimse yadırgamıyor, onlarla özel görüşmeler yapılıyor.
Çağdaş yaşam dediğimiz zaman; bazılarının anladığı gibi sadece en yeni arabalara, televizyonlara sahip olmak, hatta marka giyinmek anlaşılmamalıdır. Çağdaş yaşam aklın ve bilimsel çalışmaların getirdiği bütün yeniliklere sahip çıkmak, özellikle güzel sanatlar ve spor gibi toplumsal değerlerde büyük başarılar peşinde koşmak demektir. Resim, heykel, edebiyat dans, müzik ve daha pek çok sosyal değerlerin tarihçesini gözden geçirirsek, hemen pek çoğunun ilk ustaların askerler olduğu görülecektir. Kısaca belirtmek gerekirse Batının ünlü Burjuva sınıfının reformist anlayışını bizde askerler üstlenmiştir. Subaylar bu görevi kendi menfaatlerini düşünerek ve isteyerek değil, ülkede bir sınıfın, çağı yakalayacak aydın bir sınıfın mevcut olmamasından Türk Ulusunun menfaati için mecburi olarak üstlenmişlerdir.
Bu sorun sadece Türkiye’nin değil, bütün İslam Halklarının sorunudur. İslam toplumlarında Asiller, Ruhban, Burjuva gibi sınıflaşma yoktur. Bu farklılıksız yaşam ne kadar güzelse de, dinen gerekli görülmemesine rağmen toplumların din sevgisine dayanarak bir din adamı sınıfı oluşmuş fakat yaşanılan çağın modern olgularını izleyen, anlayan bir yetişkin elemanlar grubunun oluşmasına asla izin verilmemiştir. İşte toplum hayatındaki bu boşluğu Batı dünyasındaki gelişmeleri yakından izleyen ve Osmanlı Devletinin çöküşünü önlemeye çalışan askerler doldurmaya çalışmışlardır.
Askerlerin yargılanması sırasında TRT başta olmak üzere taraftar basın yayın organları kasıtlı olarak daima A Darbe Planı veya B Darbe Planı nedeniyle yargılanan subaylar ifadesini kullanıyor. Cinliğin bu kadarına şapka çıkarılır ama bir hata yapıyor ve bu planların birer “İrtica ile Mücadele Planı” olduğunu da araya sıkıştırıyorlar. Yani %50 oy çoğunluğuyla iktidara getirdiğimiz siyasi liderler İrtica ile mücadele için hazırlanmış bütün planları kendilerine karşı hazırlanmış birer darbe planı gibi görüyor, kendi kontrolleri altına aldıkları hâkim ve savcılara da gördüğümüz kadarı ile aynı doğrultuda hareket ettiriliyorlar.
Uzun süre tutuklu yargılanan ve yargılama sonucu sadece o güne kadar ülke için en büyük iç tehdit kabul edilen İrticaa karşı çıkmak için tedbirler arayan, sadece bu nedenle kasıtlı olduğu açıkça görülen yargılamalar sonucu 15-20 yıla kadar hapse mahkum edilen yüzlerce komutan ve aydın haykırıyor:
“Dünyanın hiçbir ülkesinde hukuki açıdan maddi delil kabul edilemeyecek, değiştirilebilir nitelikteki sahte dijital veriler gerekçe gösterilerek, ortalama 24 aydır, haksız olarak özgürlüğümüzden mahrum bırakılmış durumdayız. Delillerin değerlendirilmesi aşamasında, önce delillerin elde ediliş yönteminin sonra da hukuksal geçerliliğinin mahkemece İrdeleneceğini düşünüyorduk. Ancak görüyoruz ki konuya bu açıdan yaklaşılmıyor, mahkeme davanın özünden sürekli olarak kaçıyor” diyorlar.
Eğitim kurumları 4+4+4 yasası ile dinsel eğitimle donatıldı, Üniversitelerimize gelince, onlar da ağır baskı altındalar. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer 2010 ve 2011’de toplam “7 bin 43 üniversite öğrencisi hakkında soruşturma açıldığını”, bu öğrencilerden 4 bin 602’sinin okuldan uzaklaştırıldığını, 55’inin ise atıldığını açıkladı. Bu gelişmelerden sonra bir Milletvekilimiz (Malatya Milletvekili Veli Ağbaba) ‘üniversitelerde faşizm yaşanıyor’ demek gereğini duydu.
İzleme ve kasetleme işi ihtisaslaştırıldı ve yaygınlaştı. Bunun için öncelikle iyi bir ekip kurmak gerekiyordu. Çoğu radikal dinci istihbarat elemanlarından oluşan ekip kuruluyor. Bunlara eğitim vermek amacıyla Ankara yakınlarında dört evden oluşan, gözlerden uzak bir çiftlik kiralanıyor. Kasetleme eğitimi burada veriliyor. Bu amaçla yurtdışından en son teknoloji ürünü olan araç gereçler gizlice getirtiliyor. Böylece bazı karşıt görüşlü siyasetçiler, gazeteciler, bürokratlar, işadamları izlemeye alınıyor. Hükümet, yargı ve polis müşterek bir çalışma ile binlerce insanı yargı gücü ve mali gücünü kullanarak baskı altına alıyor. Buna Demokrasi ve hatta İleri Demokrasi diyorlar.
1844 Almanya’sında Kral Frederic Wilhem ile davalık olan bir değirmenci karala : "Bana bir şey yapamazsın çünkü Berlin de hâkimler var" demiş ve bu söz tüm dünyada yıllarca yankılanmıştı. O, bu sözü bir krala söyleyebilecek güç ve cesareti elbette oradaki hâkimlerden alıyordu. Biz 2013 yılında bütün içtenliğimizle haykırıyor ve sormak istiyoruz: "Beşiktaş da, Türkiye’de hâkimler, savcılar yok mu? Üniversitelerde, eğitimde geleceği görebilen bağımsız öğretim elemanları yokmu? Özgür ruhlu basın/yayın elemanları, memurlar, aydınlar, komutanlar yokmu? Devlet ve gerçek devlet adamları yokmu?Sendikalar, dernekler yokmu?Orda kimse Yokmuuu?…
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder