Nafile yere konuştuğumu bildiğim halde omurgayı dik tutmak üzerine ettiğim
lakırdılardan sonra kuyruğunu titretenin hışmına uğramışlığım üzerine, şöyle bir
baktım etrafıma dikkatlice... Ne kadar çoğalmaya başlamışlar; kendi
görüntülerinden rahatsız olup karşısındakini ayna yerine koyup kırmaya
çalışanlar. “Dik duranlara bedel ödettirilen bir süreçten geçiyor oluşumuz, dik
duramayanların kendi görüntülerinden duydukları rahatsızlık” diye bir teşhis
koydum kendimce. Ödül beklemiyoruz elbette, bir gıdım yerimizden oynamamış
olmaktan dolayı; ancak neden bedelini biz ödeyelim ki daha dün demokrat kişiliği
üzerine nutuk atıp erdem dersi verenlerin sadece kendi yerlerini korumak için
verdikleri ödünlerin, söyledikleri yalanların?!..
Ortalıkta kasıla kasıla dolaşıyor, yummuş gözlerini gerçeklere, kendisinin ne
elde ettiğiyle memnun mesut; “üç günlük beylik beyliktir” diyor besbelli.
Ellerine tutuşturulan kocaman yetkilerle kendisini dev zannedenlerin
koltuklarından indikten sonraki acınası halleri geldikçe gözümün önüne; oturduğu
koltuktan daha çok küçücük görünürler gözüme, başka özellikleri olmayıp koltukla
var olanlar ya da başka özelliklerini yok sayıp koltukla adam olmaya
kalkışanlar... En çok da bunlardır acınası duruma düşenler...
Bir de koltuğu
olmayan dönekler türedi günümüzde. Öyle şok açıklamalar yapıyor ki, bugüne dek
yaptığı her şeyi alaşağı ediyor... Düşünüyorsun; “ne olabilir ki derdi”...
Korkuyor besbelli.
Korkularına ve koltuklarına esir olanların topluma verecek
neyi kalmıştır?
Hepimiz sınavdan geçiyoruz. İlkelerimizden, onurumuzdan,
duruşumuzdan ödün vermeden gidebileceğimiz yer kadar umudumuz var.
Oturduğu
yerle tutsaklığa iliklenenleri çoğaltan bir süreçten geçerken bir kişinin
yerinde kalma çabasının kaç kişinin yaşamına zarar verdiği muhasebesi, kişileri
topluma önceleyen sistemden bağımsız yapılamaz. Toplumu bir kenara itip
toplumsal değerleri alaşağı etmek için kişisel hırslar kullanılırken onuru
seçen, ilkelerinden ödün vermeyenlere bedel ödemek düşüyor. Yerini değiştirenin
kazandığı bir oyunun kurgusuna teslim olanlar değil, direnenler belirleyecek
kaderimizi.
ODTÜ öğrencileri ve öğretim üyeleri, toplumsal direncin özellikle
edindikleri yerleri korumak isteyenlerce törpülendiği bir süreçte direnişi,
düşüncelerin arkasında durmayı anımsattılar hepimize. Tüm baskılayıcı
politikalara karşın toplumsal muhalefetin hâlâ canlı olduğunu anımsattılar...
Önemli diğer bir mesaj da üniversitelerin işleviyle ilgiliydi. Üniversiteler
biat kültürünün üretildiği yerler değildir. Sorgulamanın, soru sormanın,
araştırmanın, kuşku duymanın, kuşkuyu dile getirmenin, soluduğumuz evrenle
ilgili her şeyin akıl ve bilgiyle açıklandığı yerlerdir kürsüler ve biat etmek
için kurulmazlar.
Bir ülkede basın ve üniversitelerin özgürlük alanıyla
yargının bağımsızlığına bakarak o ülkedeki rejimle ilgili en doğru
değerlendirmeyi yapabilirsiniz. Kısmen özgür olarak tanımlanan Türkiye, dünya
ülkeleri sıralamasında basın özgürlüğünde 101. sırada, demokrasi sıralamasında
89. sırada, yargı bağımsızlığında 64. sırada yer alıyor.
Üniversiteler özgür,
sorgulayan, omurgası dik, onurlu bireyler mi yetiştirmeli, yoksa her gelen
iktidara biat eden nesiller mi? Yukarıdaki tablo Türkiye’nin değişmez yargısı
olsun diyenler, ikinci şıktan yana demektir ve demek ki kendi çıkarlarını
korumak toplumdan daha önce geliyor. Onlara mesajımızı kuvvetler ayrılığının
önemini ortaya koyan düşünür Montesquieu’nun sözüyle verelim: “Bir ülkede
yalakalığın getirisi dürüstlüğün getirisinden fazla ise o ülke batar.” Bir mesaj
da Che Guevara’dan: “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına
değil, onuruna bakın; duruyorsa yaşıyordur.”
Üniversiteler biat kültürünün üretildiği yerler değildir. Sorgulamanın, soru
sormanın, araştırmanın, kuşku duymanın, kuşkuyu dile getirmenin, soluduğumuz
evrenle ilgili her şeyin akıl ve bilgiyle açıklandığı yerlerdir kürsüler ve biat
etmek için kurulmazlar.
Yorum Gönder