Namık Kemal ve Soner Yalçın - Cevat Kulaksız

“…Yazarak özgürleştim ve yazarak özgürleşmeye devam edeceğim”.
Soner Yalçın 
Haksız suçlamalarla zindanda geçirdikleri zulüm günlerine baktığımız zaman, bence, Türk basın tarihinin en yiğit gazetecilerden ilki Namık Kemal’se, Cumhuriyet tarihimizin de (epey varsa da) en yiğit gazetecilerinden biri de hiç şüphesiz Soner Yalçın’dır.
Gerçekten de her ikisi de kendilerine yapılan haksız suçlamaların kurbanı olarak zindanlarda zulüm görmüşler; Namık Kemal Magosa zindanında, sürgünlerde ömrünü heder ederken, Soner Yalçın da Silivri zindanlarında Namık Kemal’den daha fazla bir sure çile çekmiştir. Her ikisine yapılanlar basın tarihinin birer utanç sayfalarıdır.
Namık Kemal, Magosa zindanında 1873 yılından, 1876 yılına kadar 38 ay çile çekerken, ondan135-136 yıl sonra gazeteci yazar Soner Yalçın da Silivri Zindanlarında 56 aydan fazla zaman çile çekmiştir. İki gazeteciye ve ötekilerine yapılan bu basın-aydın zulmü, Osmanlı’nin da, Cumhuriyetin de basın tarihine geçmiş utanç sayfalarıdır ve tarih böyle yazacaktır.
Ama günümüzün yandaş basınına, günümüzün Volkan’cılarına bakıyoruz, “özel yetkili gazetecileri” de tıpkı Ali Kemal”ler gibi, zulmedenlere alkış tutarcasına, kin ve intikam dolu yazılar yazıp, programlar yapıyorlardı. Bu da ayrı üzücü bir çelişki.
Gerçekten de Namık Kemal’in Abdülhamit İstibdat idaresine karşı verdiği mücadele, bunun sonunda yattığı zindan, sürgün yaşamı ve yargılanması ile Gazeteci Yazar Soner Yalçın’ın Silivri Zindanına atılması ve yargılanması ne kadar da birbirine benziyor. Namık Kemal İstibdat faşizmine-zulmüne karşı mücadele verirken, Soner Yalçın da AKP faşizmine karşı mücadele veriyordu. Ne için? Sadece gerçekleri, vatanları için yararlı olacak gerçekleri yazdıkları için. Her ikisi de yazıları, kalemleri yüzünden suçlanmış, zulüm görmüşlerdi. Her ikisinin de yaşam öyküleri, yargılanmaları, dışlanmaları örtüştüğü için böylece bu iki gazeteciyi yazma gereğini duyduk.

 “BİZ ZİNDANDA KALMAYI NAMIK KEMAL’DEN ÖĞRENDİK”
Soner Yalçın, 682 gün Silivri zindanından dışarı çıkarken, “biz zindanda kalmayı Namık Kemal’den öğrendikdemiştir.
Soner Yalçın  Silivri Zindanı’ndan Çıkarken Şunları Söylemişti:
“Burada bir dava yok. Bu dava sadece Odatv davası değil. Bir gerçek var, gazeteci gerçeğin yanında durur, hakikate aşkla bağlıdır. Bu dönemde gazetecilik yapacaksanız buradaki zulmü görün, burada zulüm var. Buna kimse gözünü kapatamaz. Gazeteci sadece gerçeğin yanında durur” dedi.
‘Kendimizi beğendirmek zorunda değiliz’.

Gazetecilerin, kendilerini iktidara veya cemaatlere beğendirmek zorunda olmadığını vurgulayan Yaçın, “Böyle bir zorunluluğumuz yok, biz hiç kimseden izin alarak yazmayız düşünmeyiz. Birileri Soner Yalçın’ı ve diğer yürekli onurlu gazetecileri cezaevine atarak kalemini eğeceğini kırabileceğini düşünebilir ama biz öyle olmayacağız. Çünkü biz zindanda kalmayı Namık Kemal’den öğrendik. Biz bu vatana hasret içinde sürgünde yaşamayı Nazım Hikmet’ten öğrendik. Biz ölmeyi öğrendik, ama bize yenilgiyi öğretemeyeceksiniz, biz yenilgiyi öğrenmeyeceğiz ve inadına yazacağız”. [i]
Türk  Basınında Zulüm Görenler Müzesi” varmıdır? Namık Kemal’in yattığı Magosa Zindanındaki odası müze olarak korunurken, bilmiyorum Türk Basın tarihinde zulüm gören gazetecilerle ilgili “Türk Basınında Zulüm Görenler Müzesi” varmıdır. Yoksa, Kıbrıs Magosa Zindanındaki Namık Kemal’e yapılanları gösteren müze gibi mutlak olmalıdır ki, böylece basın hürriyetinin önemi gelecek kuşaklara vurgulanmalıdır.
Soner  Yalçın Silivri Zindanlarında bir haksızlıklar hukuksuzluklar belgeseli olan Samizdat kitabını yazmıştır. Onun Samizdat’ını mutlaka okuyun, yazarın kitabının başında dediği gibi, eğer “hakikatlere dayanacak gücünüz var”sa; çünkü Soner Yalçın, haksızlıkları, hukuksuzlukları günbe gün, tarih tarih feryat edercesine olduğu gibi yazmış.
136 yıl once de başka bir Gazeteci Yazar Namık Kemal de Magosa zindanında yatarken, zalimlerin yüzüne haykıran şu destansı kasidesini yazmıştır:

NAMIK KEMAL(1840-1888)
Asıl adı Mehmet Kemal olan yazar 21 Aralık 1840′da Tekirdağ’da doğdu. İlginçtir, babası II. Abdülhamit döneminde müneccimbaşılık yapmış Yenişehirli Mustafa Asım Bey’di.
Namık Kemal, bütün yazılarında gelişme, vatanseverlik, hürriyet, meşrutiyet, siyâsî bağımsızlık, Osmanlıcılık, İslamcılık, maârif, iktisat, kahramanlık gibi sosyal konular üzerinde durdu. Vatan, millet, milliyet, hürriyet kelimelerini, bugünkü, Fransız ihtilâlinden doğmuş mânâlarıyla ilk defa kullandı. Tiyatroyu yeni fikirlerini yaymak için iyi bir vasıta kabul eden yazar, altı tiyatro eseri yazdı. Bunlardan en çok tutulan Vatan Yahut Silistre’de vatanseverlik temasını işledi.
Namık Kemal, 9 Nisan 1873 tarihinde İstanbul Gedik Paşa tiyatrosunda “Vatan Yahut Silistre” oyununun oynanmasından sonra 5 Nisan 1873 tarihinde Kıbrıs’a sürülmüştü. Önceleri alt kattaki zindana kapatılan şair, bir süre sonra Kıbrıs Mutasarrıfı Veyis Paşa’nın izni ile üst kata çıkarıldı. Bu binada 38 ay kalan Namık Kemal, 3 Haziran 1876 tarihinde de V. Murat tarafından affedilerek İstanbul’a geri döndü. [ii]



15 yıl önce Kıbrıs Magosa’da, ll. Abdülhamit’in Kıbrıs’a sürgün ettiği Magosa zindanına hapsedilen Namık Kemal’in yattığı yeri, o yerin önünde bir kaidede duran heykelini görmüştüm. Namık Kemal’in yanına durup resim çektirdim. Uzaklara doğru bakan Hürriyet, adalet aşığı seçkin aydınımızın şu dizeleri sanki kulaklarımda çınlıyor gibi idi. Şimdi Magosa zindanını anarken,  Soner Yalçın’la Silivri zindanı, zulmeden çağdaş zalimler aklıma geldi.
“Hayatını ortaya koymayan adaleti kuramaz
Kendini beğenmişliktir sebep her devletin yıkımına
Genelin tasalarıdır şikâyetimizin sebebi Kemal
Kendi derdi gönlümüzün billâh gelmez aklına”.
*
“Kurban edip vücudumu ben millet yoluna
Terk eyledim hayatımı mücadele fikrine
Cismim yok olsa da hırsım boğar seni
Vermem mecal sana halka ihanette”.

Hürriyet, adalet aşığı, vatansever Namık Kemal’in şu mısralarındaki istemi mezar taşına yazılmış mıdır, bilmiyorum. Eğer yazılmamışsa, Bolayır Belediye başkanından rica ediyorum, bu dizeleri bir mermere yazdırıp Namık Kemal’in mezarı başuna koydurun lütfen. Nazım Hikmet’te, mezar taşı bile istemedi, “beni yeter ki, Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün, taş maş da istemem” demişti. Tüm aydınlarımızı böylece heder edegelmekteyiz, Silivri zindanlarına kadar.
Namık Kemal şu dizelerinin mezar taşına konmasını isterdi.

“Sen oldun eziyetlerine ey gönül yakıcı mahzun ben mahzun
Felek gülsün sevinsin şimdi mahzun ben mahzun
Ölürsem görmeden millette umut ettiğim olgunlaşmayı
Yazılsın mezarımın taşına vatan mahzun ben mahzun”.

Çanakkale İli Gelibolu İlçesi Bolayır Beldesi’nde bulunan Namık Kemal’in mezarının projesini Tevfik Fikret çizmiş, Sultan II. Abdülhamid tarafından da yaptırılmıştır. Namık kemal 9 Temmuz 1872’de Gelibolu’ya mutasarrıf olarak atanmış 5,5 ay bu görevde kalmıştır.

HÜRRİYET KASİDESİNİN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE AÇIKLAMASI
(Yazıyı uzatmamak, okuyucuyu sıkmamak için, kısadan daha iyi anlaşılması dileğimle Hürriyet Kasidesi’nin sadece günümüz Türkçe açıklamasını veriyoruz)
1.Çağın değer yargılarını doğruluktan ve samimiyetten sapmış görerek kendi arzumuz ve saygınlığımız ile devlet kapısından ayrıldık.
2.Kendini insan bilenler halka hizmet etmekten usanmaz, mürüvvet sahibi olanlar zavallılara yardım etmekten kaçınmaz.
3.Eğer millet, hor görülmüşse onun şanına bir eksiklik geleceğini sanma; yere düşmekle cevher, değerinden özünden birşey kaybetmez.
4.Vücudun mayası, vatan toprağıdır; bu vücut, acı ve sıkıntı içinde vatan yolunda toprak olursa, en küçük bir üzüntü duyulmaz.
5.Dünyada zalimin yardımcısı, aşağılık kimselerdir; insafsız avcıya hizmetten zevk alan ancak köpektir.
6.Hayatın değerini iyi şöhretten yüksek tutanlar, edebî bir feyzi geçici zevk için terk ederler.
7.Halk arasında ömür uzunluğuna bunca düşkünlük nedendir? Emaneti korumaktan insanın menfaati nedir bilmem!
8.Cihanda kendini her fertten alçak gören kişi ayıplanmaktan utanır fakat kendi nefsinden utanmaz.
9.Akıllı ve bilinçli olanların, yaptıklarından pişman olup çalışmalarını artırması ve bunlardan ders alması, felekten intikam almak demektir.
10.Başarının, üstünlüğün değeri, milletin gönül birliğinde durur; koruma ve kollama eserleri ise ümmetin düşüncesinin çarpışması ile çıkar.
11.İktidar sahibi bir kişinin azim gücü, dünyanın bir düzene girmesini sağlar; metanet sahibi kişilerin ayaklarını sağlam basması ile cihan titrer.
12.Kader, her feyzini, her lütfunu bir zaman için saklar; milletteki gevşeklikten, zayıflıktan sakın korkma!
13.Zincire vurulmuş aslana ayaklarının güçsüzlüğü töhmet değildir; bu dünyada nasipsiz himmet sahiplerinden talih utansın.
14.Işık yüksekliğin doruğundan uzaksa çaresizliktendir; tabiat yerde sürünen kabiliyetten utansın.
15.Biz o Osmanlılar boyunun ulu soyundanız; mayamız, bütünüyle şehadet kanıyla karılmıştır.
16.Biz o yüce hamiyetli, çalışkan ve güçlü kişileriz ki bir küçük aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet meydana getirdik.
17.Biz o yüce yaratılışlı milletiz ki hamiyet meydanında ayaklar altında toprak olmaktan bize ölüm daha iyi gelir.
18.Hürriyet mücadelesi korkulu ateş olsa ne dert, yiğit olan bir insan gayret meydanından kaçar mı?
19.Cellâdın can yakan kemendi acımasız bir ejder bile olsa, yine bin defa esaret zincirinden daha iyidir.
20.Felek her türlü eziyet yollarını toplasın gelsin, millet yolunda hizmetten dönersem kahpeyim.
21.Bu yolda çektiğim acılar, sıkıntılar anılsın; bunun en basit zevki bile vezirlikten, sadrazamlıktan daha iyidir, yücedir.
22.Vatan, bir vefasız alaycı sevgiliye dönmüş, aşkına bağlı olanları gurbet acılarından ayırmıyor.
23.Korkudan, yalvarma yakarmadan uzağım; benim yanımda görevim menfaatimden, hakkım hükûmetin kötü niyetlerinden daha üstündür.
24.Ey zalim! Milletin yiğitleriyle mücadeleden sakın; senin zulmünün kılıcı hamiyet kanının ateşi karşısında erir.
25.Zulüm ile işkence ile hürriyeti ortadan kaldırmak ne mümkün; eğer kendinde bir güç görüyorsan insanoğlundan idraki kaldırmaya çalış.
26.Gönülde çalışma gevheri, elmas cevherine benzer; ağırlığın tesirinden, baskının şiddetinden ezilmez.
27.Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin. Gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.
28.Şimdi kalbi fethedecek güç sendedir, güzelliğini gizleme; güzelliğin, milletin nazarlarından ebediyete kadar uzak kalmasın.
29.Ey geleceğin umudu, sen ne can dostuymuşsun; dünyayı bütün üzüntü ve sıkıntılarından kurtaran sensin.
30.Hükmetme çağı senindir, hükmünü dünyaya geçir; Allah yüceliğini her türlü belâlardan korusun.
31.Ey yaralı kükreyen aslan, senin gezdiğin güzel sahralar zulmün köpeklerine kaldı, artık gaflet uykusundan uyan!
Soner Yalçın’ın dışarı çıkarken söyledikleri ile ne kadar da uyuşuyor.
“ACIYI ÖDÜNÇ ALDIĞIMIZ ADAMI YAZACAKTIM”
Yazımızın başlığını Namık Kemal ve Soner Yalçın diye yazmamızın nedenini daha iyi anlayabilmek için, izninizle, Soner Yalçın’ın Samizdat’ndan konumuzla ilgili bölümünü alıntı yaparak devam edelim:
“Namık Kemal “Hürriyet” (Huriet) gazetesinin isim babasıydı. Sadece bu mu? Bir dizi ifade ve kavramı Türkçe’ye o kazandırdı: Vatan, millet, vicdan, inkilap, ihtilal, siyaset, matbuat, hükümet, hayal, heyacan ve nicelerini.
21Aralık 1840 ta doğdu. 19 Yaşında Tasvir-i Efkâr da gazeteciliğe başladı.
25 yaşında Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın yetersiz bulan ilk gizli siyasi örgüt 2Yeni Osmanlılar Cemiyeti”nin kuruluşuna katıldı. Anayasa’yı ilan etmezse Sultan Abdülaziz’i tahtından indireceklerdi. Aralarındaki bir muhbirin ele vermesiyle, Ziya Bey ile yurt dışına kaçtı. Hürriyet’i Londra’da çıkardılar.
24 Kasım 1870…Padişah tarafından affedildiler, İstanbul’a döndüler.
Süleyman Nazif’in dediğine göre, “Avrupa’ya bıçak gibigitmiş, ustura gibidönmüştü”. “Montesquieu ve Rousseau’dan etkilenmiş, cumhuriyet kavramıyla tanışmıştı.
İstanbul’da arkadaşı Ebuzziya Tevfik’in çıkardığı Hadika gazetesinde yazmaya başladı. Yazılarının altına başmuharrir anlamına gelen “B.M.” kısaltılmasını koyuyordu.
Çünkü: Affedilmesinin tek koşulu vardı. Siyasetten uzak duracak ve yazı yazmayacaktı.
Yazmayacağı bir hayatı hiç düşünemiyordu. Üvey dayısı Mahir Bey ile İbret adlı gazeteyi aldılar. Hadika ve İbret’te devlet yönetimini eleştiren makaleler kaleme aldı. Her iki gazete den “adab-ı devlet-ü hükümet”e aykırı yayın yapmaktan kapatıldı. Namık Kemal, İstanbul’dan uzaklaştırılmrk için Gelibolu’ya mutasarrıf olarak gönderildi. Burada fazla kalamadı, üç ay sonra İstanbul’a döndü. Ancak gazetecilik yapacak olanakları yoktu. Durmadı; bir tiyatro eseri yazdı: Vatan Yahut Silistre.
1 Nisan 1873 Gedikpaşa Tiyatrosu’nda Vatan Yahut Silistre sahneye kondu. Vatanı sevmenin onu korumak olduğunu anlatan oyun, halkı duygulandırıp coşturdu. Halk, “Yaşasın vatan”, “Kemal Bey çok yaşa” diye bağırdı. Sevinç gösterileri bununla da kalmadı, sokağa çıkıldı.
Tiyatro afişialtında oyunun yazarı olarak “Fedai Kemal” adı yazılıydı. Gençler ellerinde meşaleler, ağızlarında “Fedai Kemal” sloganlarıyla yürüyüş yaptılar.
Oyunun ikinci temsili daha da görkemli oldu. Nuri Bey ve Berketzade İsmail Hakkı Bey oyunu öven makaleler yazdılar. Saray gelişmelerden rahatsız oldu.
Beş gazeteci, Namık Kemal, Nuri Bey, Bereketzade İsmail Hakkı, Ahmed Mithat, Ebuzziya Tevfik tutuklandı. Mahkemeye bile çıkarılmadılar; haklarındaki karar sürgündü. Neyle suçlandıklarını bilmiyorlardı. Suçlarını ve aldıkları cezayı 9 Nisan’da “Mısır” adlı gemiye çıktıklarında, Bibbaşı Bahri’den öğrendiler.
Gerekçe Vatan Yahut Silistre değildi (!); gerekçe, gazetecilik yapmak ve zararlı yayın bulundurmaktı. (Şimdiki Ergenekon’dan tutuklanan ve suçlarını bilmeyen gazetecilere nasıl da benziyor)
Namık Kemal büyük güvenlik önlemleriyle gizlilik içinde getirildikleri “Mısır” gemisinin güvertesinden son kez İstanbul’a baktı. Sanıyordu ki daha bir hafta önce “Fedai Kemal” diye bağıranlar limanı doldurup, bu adaletsizliğe engel olacaklardı.
Limanda kimsecikler yoktu…
Namık Kemal’in Magosa Kalesi’ndekisürgün hayatı 38 ay sürdü. Mezara benzeyen küçük taş hücre yaşanacak yer değildi. Kale, topçular için yapılmıştı, oturulmuyordu. Rutubetten ve soğuktan mustaripti. Pek çok kez sıtmaya yakalandı, kuyu suyu içti. Yiyecekler çok pahalıydı.
Çektiği sıkıntılar onun yoldaki gücünü ve kararlılığını pekiştirdi. Kendisine olan güveni daha da arttı. En muhalif yazılarını bu dönemde kaleme aldı. Pişmanlık duymadı hiç. Moralini yüksek tuttu. Hürriyet yolunun zorlu olduğunu biliyordu. Ülkenin içinde bulunduğu koşullara kayıtsız kalmak istemedi. Bu nedenle dirençliydi. Hayatı boyunca bireysel kurtuluşu hiç düşünmedi, bunu onursuzluk saydı hep.
Tarih: 23 Kasım 1876. 101 pare top atışıyla anayasa ilamn edildi. Tahta Sultan V.Murad geçti. Namık Kermal’in sürgün cezası bitti.
Fakat…İstanbul’da fazla kalmadı, V.Murad’ın yerine tahta çıkan Sultan ll. Abdülhamid meclisi lağvedip, anyasa’yı kaldırdı. Namık Kemal bu kez Midilli’ye sürgüne gönderildi.
Sonra sürgün hayatı Rodos’ta devam etti. Ve…48 yaşında öldü…
Bu kadar genç yaşta ölmesinin sebebi sürgün hayatında yaşadığı zorluklardı. Söyler misiniz şimdi: Namık Kemal’in kim öldürdü? Suiast sadece silahla, bombayla olmaz… Namık Kemal’i “öldürdüler”
Dava arkadaşı, “Cumhuriyet’in ilk şehidinin sonu hazin oldu.
Okuduğunuz Errgenekon dava sürecine benzerliğine şaşıracaksınız. Ergenekon operasyonları yeni başladığında başta Şamil Tayyar olmak üzere yandaş gazeteciler, ne olduğu belli olmayan Ergenekon örgütünün 1 numarasını peşine düşmüşlerdi. Hergün tahmin lotosu oynanıyordu; şu mu, bu mu? 1 numarayı yanlış yerde aradılar. 1 numara  tarihin onurlu sayfasında yerini çoktan almıştı.
Bakın “1 numaralı sanık nasıl ölüme götürüldü…
O gün sarayın bahçesinde Malta Köşkü’nde tarihi bir duruşma vardı. Mahkeme, 1876 da cunta kurup darbe yaparak, Sultan Abdülaziz’i öldürdüğü iddia edlenleri yargılayacaktı. Diyeceksiniz ki: “Darbe beş yıl önce olmuş niye şimdi yargılıyorlar?” Sonra ekleyeceksiniz: “Padişah Abdülaziz intihar etmemiş miydi?”
Bu konuya geleceğim. Önce mahkemeyle ilgili bilgi vereyim: Mahkeme yeri dikkatinizi çekti mi? Yıldız Sarayı’nda oturan ll. Abdülhamid, mahkemenin endi kontrolünde olmasını istiyordu. Mahkeme heyetini de zaten kendisi seçmişti. (Tıpkı şimdiki Ergenekon davalarına bakan “Özel Yetkili Mahkemeler” gibi.
Mahkeme başkanı kimdi dersiniz?  1 numaralı sanığı nın Tuna Valiliği döneminde, yolsuzluk yaptığı için kadılık görevinden aldığı Sururi Efendi! Sanki “öcünü alsın” diye mahkemeye başkan yapılmıştı.
Mahkeme heyetinin üyelerini yazarak işi uzatmaya gerek yok. Yalnız, mahkeme başkanının hemen arkasındaki koltukta oturan birini yazmalıyım: Adliye Nazırı Cevdet Paşa! O da yenilikçilerin önderi 1 numaralı sanık ile yıllarca ideolojik kavga eden gelenekçilerin lideriydi.
Sanıkların avukat tutmalarına izin verilmedi. Onları savunacak avukatları doğrudan doğruya Adliye Nezareti (Adalet Bakanlığı) seçti. 1 numaralı sanık avukatı reddetti.
Duruşma salonu yerli yabancı gazetecilere açıktı; yalnız yabancı gazetecilerin tercüman getirmesine izin verilmedi! Ayrıca yazılan haberler sansürden geçmek zorundaydı!
Duruşma…Saat 09.00 gibi 11 sanıklı dava başladı. Kimlikleri sunuldu.
İddianame okundu: 1876 darbesini yapanlar bazı tetikçileri görevlendirerek devrik Sultan Abdülaziz’i öldürmüşlerdi.
İddianame öyle gizli tanıklara filan dayandırılmadı. Bizzat sanıklardan Pehlivan Mustafa, Boyabatlı Hacı Ahmed ve Cezayirli Mustafa itiraf edip “öldürdük” demişlerdi. İfadelerinin ne derece doğru olduğuna değineceğim. Ancak bu itiraflar üzerine, Başsavcı Latif Bey şu iddiayı öne sürdü: “Bunlar tek başlarına böyle cinayet işleyemezler, mutlaka darbeyi yapan cuntacılardan emir almışlardır”! Tanışıklığailişkin bilgi/belge yoktu ama zaten bu delilleri arayan da yoktu!
Saat 12.00 te 1 numaralı sanıka söz verildi.
İlk sözleri şöyle oldu:
“Cenab-ı Hak’ka şükrediyorum, böyle bir mahkemeye hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve ülkede fesat çıkarmak gibi bir suçla davet edilmedim. Buraya gelişimin nedeni, milletime ve vatana sevgimdir”.
Bu sözlerin sahibi 1 numaralı sanık, yıllarca valilik, nazırlık ve sadrazamlık yapmıştı.
Mahkeme Başkanı Sururi Efendi sertçe araya girerek, “iddianameye ne diyeceksinzi?”diye sordu.
Yalnız iki yerini doğru buldumdiye yanıt verdi. “Birincisi iddianamenin başındaki besmele, ikincisi ise iddianame altındaki tarih!”.
Ardından iddianamede 93 yalan ve yanlış olduğunu söyledi. Bunların görüşülmesini istedi, ama mahkeme buna izin vermedi. Sadece soruların yanıtlanması istedi.
Sanıkların ifadelerinin, sobalarda yakılarak, lağımlara sokulup, aç susuz bırakılarak alındığını söylemek istedi; susturdular. Aksine sanıklar padişah tarafından gönderilen kuzu etiyle beslenmişti! Yalandı.
(Aklıma hemen günümüz Ergenekon sorgulamalarında savcıların “Osman’ım”  dedikleri “özel gizli tanıklar” geldi).
Mahkeme iki gün sürdü; 29 Haziran’da açıklandı: İdam.
Aslında tüm süreç çok önceden planlanmıştı, senaryo çok önceden yazılmıştı. Öyle ki: 1 numaralı sanık için basında yıpranma kampanyası başlatıldı. Bunun başını ll.Abdülhamid’in “beslemesi” Tecüman-ı Hakikat çekti.
İlginçtir: Gazetenin sahibi Ahmed Midhat Efendi’yi elinden tutan ilk kişi, dönemin Tuna Valisi “1 numaralı sanık” idi. Ahmed Midhat, ilk gazetesi Tuna’yı onun sayesinde çıkarmıştı. Keza “1 numaralı sanık”  Bağdat valiliği sırasında da Ahmed Midhat’ı yanın agötürüp gazete çıkarmasını sağlamıştı. Sadece onu değil, ağabeyini de yanına almış ve paşalığa kadar yükselmesini sağlamıştı. Ve en acıklısı; adını vermişti!
Ahmed Midhat, gazetesinde bir dönem hamiliğini yapan bu kişiyi itibarsızlaştırma kampanyasının başını çekiyordu. Ama korkaktı, yazılarına adını koyamadı. Örneğin, 20 Mayıs 1881 deki imzasız yazısının bir örneğini de ll. Abdülhamid’e göndermişti. Ama imzalı olarak! Bu durum geriici isyanı bastıran Hareket Ordusu’nun 1909 Yıldız Sarayı baskınında ele geçirdiği belgeler arasından çıkacaktı.
Peki ne olmuştu da bir dönem iktidarın gözdesi olan, 1876 Anayasası’nı hazırlayan bu devlet adamı, beş yıl sonra “1 numaralı sanık” oluvermşti?
Hakkındaki iddia müthişti: “Cumhuriyetçiydi”!
“Cumhuriyet” kavramı o dönem Osmanlı aydınlarına yabancıydı. Ancak başta “1 numaralı sanık” olmak üzere Batı’nın fikirlerine yakın münevverler “kul vetebaa” ilişkisine kafa yoruyorlardı. Modern devletin temelini  “kanun önünde eşit vatandaş’ın oluşturduğuna inanıyorlardı. Kuşkusuz bunu en iyi cumhuriyet rejimi sağlayabilirdi. “1 numaralı sanık” ağzına hiç “cumhuriyet” sözcüğünü almamıştı, ama ileri sürdüğü fikirler cumhuriyetle örtüşüyordu.
Sonunda “1numaralı sanık” ın kim olduğunu biliyorsunuz: Midhat Paşa.
Namık Kemal ve Midhat Paşa’nın başına gelenler bu topraklara “aydın ölümüne” sebep oldu; bir daha kolay kolay hiçbir aydın başkaldıramadı; düzene uydu…
Ama birileri de inadın adı oldu…Yürüyüz sürecek, biz de Midhat Paşa’lardan, Namık Kemal’lerden aldığımız acıyı başkalarına “ödünç” vereceğiz…Acı çekme yeteneği herinsanda olmaz…Ve… Yeryüzünde hiçbir kötülük ve canilik, insan korkaklığı kadar kan dökmemiştir. Korkan’dan korkun!” [iii]
Soner Yalçın’ın bu duyguları ve görüşleri için yazımıza yukarıdaki başlığı koyduk.
Bir kitabın yakılması, bir düşünce uğruna hapse atılmak, her zaman cahil bir kuşağın çağın dâhilerine ödediği vergi oldu. – Voltaire
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -
Fikirler, cebir ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez
. – Mustafa Kemal Atatürk
DİPNOTLAR


[i]  DİHA http://www.vanbulten.com/gundem/soner-yalcin-bize-yenilgiyi-ogretemeyeceksiniz-h5240.html
[ii]  http://www.kibrisotel.com/gezilecek-yerler/namik-kemal-zindani.html
[iii]  Samizdat Soner Yalçın Kırmızıkedi Yayınları 2012 sf 421-422-423-424-425

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget