Fatih Hilmioğlu İçin - Ali Sirmen

İnci gibi el yazısıyla yazılmış olan şu, 16 Aralık 2012 tarihli mektubu hep birlikte okuyalım lütfen:
Sayın Ali Sirmen,
Bu sabah yazınızı okurken annenizin vefat ettiğini büyük bir üzüntü ile öğrendim. Üzüntünüzü paylaşıyorum. Olağanüstü duyarlı yazınızı da ömrün boyunca unutmayacağımı söylemek istiyorum. Sayın Sirmen, yıllardır yazılarınızı okuyan bir okurunuzum. Bugünlerde de Silivri Cezaevinde duvar manzaralı, demir parmaklıklı penceremin yanında oturarak her sabah sizi okumaya devam ediyorum. Bu sabah annenizi kaybettiğinizi ifade eden yazınızı okurken sizinle birlikte ağladım.
Sayın Sirmen, size sabır ve dayanma gücü diliyorum. Bizim için çok değerlisiniz kendinize iyi bakın.
Saygılarımla
Turgay Erdağ
Emekli Amiral

Balyoz davasından tutuklu
Silivri 5 Nolu Ceza İnfaz Kurumu
Koğuş: C – 4”
***
Gazeteye her gün uğramıyorum, mektuplarımın oraya gelip sonra bana ulaşması bazen zaman alıyor. Bunu da bir iki gün önce aldım.
Aldım okudum ve ağladım.
Ağlamam ne annemin ölümü, ne ölüm karşısındaki çaresizliğimdendi.
Ölüm önlenmesi mümkün olmayan bir şey, ama önlenmesi mümkün olan olaylar karşısındaki tavrımız beni çıldırtıyor.
Bu tavrı nasıl tanımlasam bilmem ki; çaresizlik mi, yeterince ilgilenmemek mi?
Turgay Erdağ’ın başsağlığı dileyen sıcak mektubunu aldığım zaman, düşündüm, o nahak yere yattığı hapishanesinde, kendi acısını kalbine gömmüş, bizim üzüntülerimize, acılarımıza ortak oluyor, o bize ağlıyor.
Peki, biz onun için ne yapıyoruz?
Onun için, Mehmet Haberal için, Mustafa Balbay için, Tuncay Özkan için, Yalçın Küçük için, öbürleri için ne yapıyoruz?
Her gün hatırlıyor muyuz tekrar tekrar hayali bir suçla suçlanan bu insanların başkalarının günahlarının haçını sırtında taşıyan İsa misali bizim adımıza yattıklarını?
Her sabah, yok belki de her sabah değil. Arada sırada bir sabah, onların aynı güne hangi koşullarda göz açtıklarını anımsıyor muyuz?
Kendi acılarını içlerine gömüp bizimkilerine ağlayan bu insanlara ağlamayı bırakalım bir yana ne kadar ilgi gösteriyoruz?
***
Turgay Erdağ’ın mektubu elime geçtiği günlerde yoğun bir biçimde, eski Malatya Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu’nu düşünmekteydim.
Fatih Hilmioğlu, Ergenekon davasından 4 yıldır tutuklu. O bir yandan kendi hakkındaki suçlamaların asılsızlığını ortaya koymaya çalışırken öte yandan tutukluluk koşulları altında diyabet, siroz ve kanserle boğuşuyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi 13 Ekim 2012 günü trafik kazasında kaybettiği oğlunun acısıyla yaşıyor, sağlık durumu son derecede kritik; yaşamsal tehlike içinde olan ve Avcılar Murat Kölük Hastanesi’nde tedavi altında bulunan Hilmioğlu hâlâ tahliye edilmiyor.
Pek yakında artık tahliye kararı gelse bile kıymeti harbiyesi olmayacak, çünkü ortada tahliye edilecek kimse kalmayacak.
Kaçmasına imkân olmayan, delilleri karartma olanağı bulunmayan Hilmioğlu’nun tutukluluğu bir hukuki tedbir değil, bir yargısız infaz, bir intikam...
Dünyanın neresinde olursa olsun, Hilmioğlu misali bir bilim adamının bu koşullar altında intikam infazına maruz bırakılması halinde, toplum vicdanı isyan eder, insanlar harekete geçer, ayağa kalkarlar ve toplumun yönetimden ilk talebi, bu insanın hemen tahliyesi olur.
Hepimiz Hilmioğlu’nun ve tahliyesini sağlamak üzere harekete geçmeliyiz.
Tabii eğer toplumda vicdanın zerresi kalmışsa!
Hemen belirteyim ki, acele etmezsek, çok kısa bir süre içinde ikinci bir Kuddusi Okkır olayı yaşayacağız.
Bu toplum bu zillete daha ne kadar tahammül edecek?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget