Birinci İnönü Zaferi ( 6–10 OCAK 1921) - Galip Baysan

BİRİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ
( 6–10 OCAK 1921)

Milli Mücadele dönemimizin baş aktörlerinden biri olan Kurmay Albay İsmet Bey Şişlideki evde Mustafa Kemal Paşa ile anlaştıkları gibi Ankara’ya ilk gelenlerden biriydi. 1920 yılının ilk günlerinde Mustafa Kemalle devamlı bir arayış ve tartışma içindedir. Bu tartışmaların temelinde işgal güçleri tarafından darmadağın edilmiş Türk Ordusunun yeniden nasıl kurulabileceği konusu vardı. Bu tartışmaları İsmet Paşa anılarında şöyle anlatıyor:
“Mustafa Kemal Paşa ile görüşüyoruz: İşgal var, Kuvayı Milliye cepheleri teşekkül etmiş ordu kadro halinde. Biz burada Milli Mücadeleyi idare ediyoruz. Mitingler yapılıyor, isyanlar bastırılıyor, çeşitli vasıtalarla sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, bağırıyoruz, çağırıyoruz, telgraflarla padişaha karşı, İstanbul hükümetlerine karşı mücadele ediyoruz. Fakat düşman kuvvetleri gittikçe kesin bir vaziyet alacak. Böyle gösterilerle, nümayişlerle mağlubiyetten gelen tehlikelerin bertaraf edilmesi, siyasi hedefin, yani kurtuluşun sağlanması nasıl mümkün olacak? Meselenin ehemmiyeti ve hal tarzı şu teşhistedir: İstanbul’da yapılan hükümet değişiklikleri ile bir hükümetin gidip, diğer hükümetin gelmesi ile işgal kuvvetlerine şirin görünme gayretleri ile İtilaf Devletlerinin bizim hakkımızdaki (kararlarının) iptal edilebileceğini düşünmek mümkün değildir. Mustafa Kemal Paşa’ya bir noktada mutabık olalım diyorum. Nümayişlerle, telgraflar ve nihayet gerilla ile netice alabilir miyiz? İçinde bulunduğumuz şartlar nihayet bir harbe varacaktır? Karşımızdaki Yunan ordusunu yenmemiz lazım. Benim hesabıma ve kanaatime göre Türkiye, bugünkü hali ile Yunan ordusunu yenebilir, bunu yapabiliriz. Ama ordumuz yok. Bir ordu kadrosu var. Bu kadro ile bu güçle bir şey yapamayız. Yunan ordusunu Milis kuvvetleri ile de yenemeyiz. Çıkar yol, orduyu kurmak ve büyük silahlı çatışmaya hazırlanmaktır. Bu ne vakit olacak ve Yunan taarruzlarını ileride nasıl karşılayacağız? Biz Mustafa Kemal Paşa ile bütün bunları devamlı olarak tartışmış ve günlerce türlü tertipler düşünmüştük. Mutabık olduğumuz nokta: Bütün bu mücadele nihayet silahlı bir çatışmaya varacak. Bu gerçeği bütün idare edenler bilmelidirler ve mücadele bu gerçek bilinerek idare edilmelidir. Beklenen çatışma geldiği zaman buna hazır olmak lazımdır. Fakat hazırlık iddiası ile ileriki ihtiyaçların karşılanması maksadıyla, bu fikirleri millete şimdiden söylemeye ve mesela bir seferberlik ilanına şimdiden girişmeye imkân yoktur. Şimdilik şartlar buna müsait değildir. Tasavvur etmelidir ki, biz seferberlik ilanı kararını ancak Sakarya Muharebesinden evvel alabilmişizdir. Ordu Sakarya gerisine çekildikten sonra bütün her şey tehlikeye düştüğü zaman ve BMM Atatürk’ü Başkumandanlığa getirince, ona verdiği salahiyetle umumi seferberlik ilan edilebilmiştir.”(1)
O dönemde asker kaçakları o kadar çoğalmıştı ki, bir komutanın ifadesiyle “asker avuçlarından bir su gibi akıp gidiyor, tutmak mümkün olamıyordu”. Tabii bunun köklü nedenleri vardı. Bu nedenlerin başında 1911–1918 yılları arasındaki çok uzun, yıpratıcı ve bıktırıcı savaşlardı. İşgallere karşı halkta bir kayıtsızlık, kadere rıza gösterme anlayışı hâkimdi. Hem işgalcilerin, hem de halk içindeki yabancı ve yerli ajanların propagandası sonucu askerliğe karşı bir nefret uyandırılmaya çalışılıyordu. İşgaller genişlemeye başlatılınca buna paralel olarak aynı kaynaklarca bütün sıkıntıların nedeni askerler ve onların Padişah’ın arzusuna karşı çıkarak başlattıkları isyan gösterildi. Uzun savaş yılları sonucu askerlikten nefret ediliyor, savaşın doğurduğu her şeyin askeri elbiseden (özellikle subaylardan) geldiği kabul ediliyordu. Subaylara karşı büyük bir tepki olduğundan başlangıçta Milli Mücadele’ye subayların komutasında katılmak istenmedi. Bu nedenle bir kısım subay sivil giyinmek zorunda kaldı ve çeteciliğin önemi çoğaldı. Düşman işgaline karşı bile olsa, hiçbir kimse düşmana karşı savaşmak için asker olmayı istemiyor, çeteci olmak tercih ediliyordu. Ayrıca çetecilik kişisel çıkarlar da sağlıyordu.(2)
Mesela Çerkez Ethem’in emrindekilere 20-30 lira gibi bir aylık vermesi, büyük orduların kurulması için bu olanaktan yoksun olan BMM Hükümetinin düzenli orduya asker toplamasını engelliyordu. Ethemin gittiği yerlerde Bolşevik metodu olan, suça iştirak ettirme yoluyla adam toplaması güvenliği bozuyordu.(3)
Batı Cephesindeki Gediz Taarruzundan sonra cephenin daha sıkı bir düzen içine sokulması şart olmuştu. Ali Fuat Paşa’ya Moskova Elçiliği görevi verilerek geri alındı ve cephe 8 Kasım 1920 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Kütahya’nın kuzeyi ve güneyi olarak ikiye ayrıldı. Kuzey kesim, Genelkurmay Başkanlığı görevi üzerinde kalmak şartıyla Kurmay Albay İsmet Bey’in, güney kesimi de Kurmay Albay Refet Bey’in komutasına verildi.(4) Ali Fuat Paşa’ya Çerkez Ethem ve Reşit Beyleri de Moskova’ya beraber götürebileceği ve buna muvaffak olursa, çok iyi olacağı anlatıldı. Bu haber ortalığa yayıldığı zaman, muhalifler Ethem ve kardeşlerini bu teklife rıza göstermemesi için uyarmışlardı.(5)
Meclis askerlerle Milis kuvvetlerinin arasında bir çatışmayı önlemek için her türlü çabayı gösterdi, fakat Efe’lerin taviz vermez tutumu devam edince Meclis ve Mustafa Kemal, Cephe Komutanlığına şartların gereğini uygulama yetkisi verdi.6) Daha emekleme döneminden kurtulamayan BMM Ordusu, o güne kadar çok iyi silah kullandığını bildiğimiz, harekât kabiliyeti ve savaş tecrübesi yüksek seviyedeki milis kuvvetlerine karşıdır. Ordu kazanırsa BMM yoluna devam edebilecektir, eğer kaybederse, büyük bir ihtimalle Anadolu ya Bolşevikleşecek ya da Enver Paşa’nın kontrolüne girecek yahut da yeniden Sultan ve Hükümetinin kontrolüne girecek, Sevr’in uygulanmasını önleyecek hiç bir ciddi engel kalmayacaktı. Bu nedenle çatışma aslında askerle çeteciler arasındaki bir hesaplaşma değil, ulusun geleceğini yakından ilgilendiren bir kavga mahiyetindeydi.
İlk çatışma Ege’nin efsanevi isimlerinden Demirci Mehmet Efe(7) ile Refet Bey arasında, 11 Aralık 1920’de başladı. 16 Aralık’ta İğdecik baskını sırasında Efe kuvvetinin çoğunu terk edip 200 adamı ile kaçabildi. Daha sonra saygı beslediği subaylardan, Jandarma Binbaşısı Nuri Bey’in telkiniyle “aman diledi” (30 Aralık 1920) ve isteğine uygun olarak 30 adamı ile Bozdoğan’da yaşamasına (Binbaşı Nuri’nin kontrolünde) izin verildi.(8)
Aynı günlerde Ethem’e Meclis’ten “Nasiha Heyeti” gönderildi ve Meclis’in eğilimine saygı duyan Mustafa Kemal, tıpkı Demirci Efe gibi bir yere çekilip rahat oturması yolunda yazdığı bir belgeyi Cephe Komutanlığı vasıtası ile Ethem’e yolladı, bu yazıya “Ethem’e işten el çektirildiğini” ifade eden 29 Aralık tarihli bildirisini de ekledi. Albay İsmet bu yazıları, kendi uyarıcı yazısını da ekleyerek Ethem’e gönderdiyse de hakaret dolu bir yanıt aldı.(9) 30 Aralık 1920’de kuvvetlerin ilerlemesi üzerine Ethem Gediz batısına çekildi, ertesi gün kendisinden ayrılan birliklerin bir kısmı orduya katıldı ve Ethem kardeşi Tevfik Bey aracılığı ile Yunanlılarla irtibat kurdu.
Türk kuvvetleri arasındaki bu iç çatışmadan yararlanmak isteyen Yunanlılar Eskişehir yöresinde 6 Ocak 1921 günü bir saldırı başlatınca İsmet Bey biraz zor durumda kaldı. Süratli bir karar ve süratli bir uygulama mecburiyeti oluşmuştu. İsmet Bey Ethem’in karşısında zayıf kuvvetler bırakarak bütün kuvvetlerini olağanüstü bir gayret göstererek Eskişehir’e yönlendirdi. Düşmanı İnönü mevkiinde oyalama görevi verdiği Eskişehir Bölgesindeki kuvvetler, düşmanı asıl kuvvetler gelene kadar durdurmayı başardılar. İsmet Bey ve kuvvetleri ancak 10 Ocak günü muharebe meydanına yetişebildiler. O günkü çetin muharebeler sonunda Yunanlılar savunmayı aşamayacaklarını anlayıp çekilme kararı aldılar. Aynı gece, Yunan kuvvetlerinin çekilmesi ile serbest kalan kuvvetler, yeniden Çerkez Ethem meselesini ele aldılar ve durup dinlenmeye dahi fırsat bulamadan yeniden Çerkez Ethem cephesine döndüler. Bu büyük mücadele sonunda Albay İsmet Bey Çeteler dönemini kapamış ve bu  büyük sorun  Ethem ve adamlarının Yunan kuvvetlerine sığınması ile sonuçlanmış oldu.(10)
1921 Ocağının ilk iki haftası içinde BMM Ordusu adeta bir mucize yaratmış; hem çetelerin hâkimiyetine son vermiş, hem de küçük çapta da olsa, (istediği her şeyi yapabilir zannedilen) Yunan askeri gücü, ilk defa belirli bir bölgeden ileri geçirilmemiştir. Bu iki olayın hem Mecliste hem de yurtta halk üzerinde yarattığı hava çok olumlu olmuştur. Albay İsmet Bey de bir üst rütbeye yükseltilmiş ve artık İsmet Paşa olarak anılmaya başlanmıştır.

 DİPNOTLAR:

(1)  İ. İnönü, Hatıralar-I, s.181, 182
 (2) Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri Cilt I-II, s.7 (Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir-1988)
(3) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.20, 21; İ. İnönü, Hatıralar-I, s.212; R. Apak, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s.158, 159
(4) İsmet İnönü, Genkur Basımevi, s.15
(5) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.21
(6) Bknz. Söylev-II, s.377-406
(7) Demirci Mehemt Efe için bknz. Albay Şefik Aker, 57.Tümen ve Milli Mücadele, Sabahattin Selek, Milli Mücadele, c-2, s.133-147 (İstanbul-1971)
(8) C. Erikan, Komutan Atatürk, s.594
(9) Türk İstiklal Harbi, Cilt-II, Kısım-II, s.99, Ek-4 ve Ek-5, (Ankara-1966)
(10) Söylev-II, s.405-406; Y. Nadi,Çerkez Ethem, s.121-125; Cemal Şener, a.g.e., s.93-97

Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget