“Kendisi muhtacı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede.
Sen nereye kredi vereceksin? Kendin krediye muhtaçsın!”
Son darbımeselimiz bu.
Ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu
“Geçmişteki bütün hatalara karşın AKP’ye yeni bir
kredi açıyoruz. Çözün terör sorununu” demeye cüret ettiği için,
Başbakan’dan
böyle… yemediği fırça kalmadı.
Daha öncesinde tıpkı rektörlerin üst perdeden yedikleri fırça
gibi…
Rektörlere de Başbakan malum “Bize böyle hoca
lazım değil!” demişti.
Son hatırladığım bir önceki raundda, kürtaj konusunda ses çıkartmaya
cesaret eden kadınlar Başbakan’ın öfkesinden pay
almıştı:
“Bazı terbiyeden muaf tipler, başbakan bu işlerle neden uğraşıyor,
diye soruyor… Bu ülkede her meselenin sorumlusuyum ben. Bir
başbakan olarak, hepsiyle ilgilenirim” diyen Erdoğan kadınlara
da damardan bir “Siz kim oluyorsunuz?” ayarı
çekmişti…
Türkiye’nin mürebbiyesi…
Tiyatrocular ve sanatçılar aynı şekilde art
arda sert çıkışlara muhatap kaldı:
Başbakan onlara da tereddütsüz “Siz kimsiniz? Her
konuda otorite olduğunuzu iddia etme ehliyetini nereden alıyorsunuz? Tiyatro
sizin tekelinizde mi?.. Kimse bize mürebbiye gibi parmak sallamasın!”
dedi.
Başbakan Erdoğan’ın
TÜSİAD’a verdiği “Bitaraf olan
bertaraf olur” ayarı, ileri demokrasi tarihimizin kilometre
taşlarından biri olmuş; Bekir
Coşkun’un şahsında muhalif gazete ve gazetecilere
savurduğu “Beğenmiyorsan vatandaşlıktan çık!”
gözdağı, belleklere kazınmıştı.
Özetle Başbakan ağzına geleni -işadamından, gazetecisine, ana muhalefet
liderine, öğrencisine, sanatçısına, öğretim üyesine- söyleyecek ve hiç çekince
duymadan “Sen kimsin? Bana lazım değilsin. Senin kredin bana
hiç lazım olmaz” diyecek…
Bunun karşılığında kimse; “Ama naçizane benim de
taleplerim var. Bu ülkede ben de varım!” demek namına ağız
açamayacak. Parmak sallayan bir tek mürebbi olacak: O da
Türkiye’nin mürebbisi Recep Tayyip
Erdoğan…
Aşağılanan hepimiziz
Başbakan’ın “muhtacı himmet
dede” çıkışıyla “Kılıçdaroğlu’nu
aşağıladığını” düşünenler, bu yüzden çok yanılıyor. Yazılı ve
sanal medyada bu doğrultuda çok sayıda yorum okudum…
Konuya “Başbakan Kılıçdaroğlu’nu
küçümsedi/ezdi”diye yaklaşanlar;
Başbakan’ın aslında kendilerini de kapsayan bütün
yurttaş kesimlerini küçümsediğini/ezdiğini görmüyor/gözden kaçırıyor.
“Kadınlar kim ki? Tiyatrocular kim ki? Rektörler kim ki? Öğrenciler
kim ki? Ana muhalefet lideri kim ki? TÜSİAD kim ki? Medya yazarı/patronu kim
ki?” Ve haliyle “BDP’liler kim
ki?” liste böyle uzayıp gidiyor…
Türk usulü ileri demokrasinin artık en can alıcı ifadesi bu:
“Sen kimsin ki?”
Kamuoyu yoksa demokrasi yok
Demokraside yurttaşlar oysa rejimin bizathi sahibidir...
Sıradan… bildiğimiz demokrasiler, sandıktan
ibaret değildir. Diktatörlüklerde de son kertede seçim yapılıyor ama ne var ki o
ülkelerde kamuoyu oluşturulmasına izin verilmiyor ve bağımsız kamuoyunun önü,
her yöntemle kesiliyor.
Demokrasi-diktatörlük farkını tayin eden başlıca unsur temelde bu: Adam
yerine konan özgür bir kamuoyunun varlığı oluyor…
Özgür kamuoyu, ifade özgürlükleri sayesinde; aşağıdan yukarı doğru
şekilleniyor.
Tepeden aşağıya doğru baskılar da güçler ayrılığı ve denge-fren
mekanizmaları sayesinde engelleniyor…
Bu kavramlar bizde artık radikal biçimde gerçekliğini yitirdi oysa.
Dünyanın bir numaralı gazeteci hapishanesi olmak şampiyonluğunu, Çin ve
İran’a dahi kaptırmıyoruz…
Güçler ayrılığını Başbakan -gizlemeye dahi gerek duymaksızın- doğrudan
doğruya sakıncalı buluyor.
Demokrasi ve anayasacılık üzerindeki kitapları, çalışmalarıyla dünya
çapında ün sahibi siyaset bilimci Giovanni
Sartori’den bir alıntıyla bitirelim bu
yazıyı: “Özgür kamuoyu inşasına olanak verilmez ve
süreç bu yönde işlemezsse” diyor bu ünlü siyaset
uzmanı, “demokrasi anlamını yitirir ve bir halk
yönetimi olmaktan çıkar; halka kendi normlarını ve kurallarını dayatan bir
şahıs/belli grupların yönetimi haline gelir…”
Türkiye’ de halihazırda olan bu.
Biz buna “ileri demokrasi” diyoruz.
Yorum Gönder