Bu yazıyı önce ağustos, sonra da kasım ayında yazmayı düşünmüştüm; ama sonra vazgeçtim. Ağustos ayında yazmak istememin nedeni Mustafa Kemal Atatürk'ün Harf Devrimi'ni 8 Ağustos 1928'de İstanbul Sarayburnu Parkı'nda düzenlenen şenlikte müjdelemiş olmasıydı. Kasım sayısında yazmak isteğimin nedeni de 1353 sayılı “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında kanun”un 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilmiş olması.
Yazmayıp ertelememin nedeni o tarihlerde nasıl olsa bu konuda bir çok yazı yazılacak diye düşünmem. Yani konuyu biraz daha gündemde tutmak istemem. Aslına bakılacak olunursa Konfüçyüs'un dil üzerine 2500 yıl önce söylediği sözler gereğince değerlendirildiğinde konunun güncelliğini asla yitirmemiş olduğu gün gibi aşikar. Kanıtı da bugün ülkemizin içinde bulunduğu karmaşa.
Konfüçyüs yerden göğe haklı. Çünkü dil bir ulusun en temel varlığıdır. Dil bozuldu mu insanlar doğru düşünemezler. Doğru düşünemeyince de önce ulusların sahip oldukları tüm değerler sonra da kendileri yok olup giderler.
Konuşma düşüncenin sese, yazı ise işarete dönüşmesidir. İnsanların doğru düşünebilmeleri, düşündüklerini doğru bir şekilde anlatabilmeleri doğru konuşabilme ve yazma becerilerini geliştirmeleriyle mümkündür. Bunu başarmanın en temel koşullarından biri de Abece'lerini iyi bilmeleridir.
![]() |
Yeni Türk harfleri 1 Kasım 1928’de kabul edildi
|
Abece, çok yaygın kullanılmamakla birlikte alfabe sözcüğünün Türkçe karşılığı. Bir dilin seslerini gösteren tüm işaretlerin/harflerin belirli bir sıraya göre dizilmiş haline abece/ alfabe deniyor. Her ulusun abecesinde harflerin seslendirilişi kadar diziliş sıraları, yani hangi harfin hangi harften önce ya da sonra geleceği de evrensel bir kural. Harflerin doğru seslendirilmemesi, söylenememesi konuşmada kaosa yol açmakta. Hangi harfin hangi harften önce veya sonra geldiğini bilmemek de cehalete. Harflerin sıralanışını gereği gibi bilmediğimiz takdirde ne sözlüklerden, ne ansiklopedilerden yararlanmak, ne de bu sisteme dayalı olarak sınıflandırılmış bilgilere süratle ulaşmak mümkün.
Türk abecesindeki 29 harfin hangi sıra ile yer aldığı ve harflerin okunuşları 1353 sayılı “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında kanun” da açıkça belirtilmiş. Ama ne yazık ki bir çok okur yazar ve makam sahibi, -bunlara bir kısım ilim ve bilim adamları ile her partiden en üst düzeydeki siyasiler de dahil- bu kanunun içeriğinden haberdar değiller. Haberdar olsalar K'yi ka, H'yi ha, F'yi ef, N'yi en, M'yi em, L'yi el, R'yi ar, S'yi es diye seslendirirler mi? Türk-çemizin temel kurallarından biri, yumuşak g (ğ) hariç dilimizdeki tüm sessiz harflerin (ünsüzlerin) önlerine “e” alarak seslendirileceği (ünlendirileceği)...
Bu kural yeterince bilinmediği, ya da bilinip de bilinmezden gelindiği için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin sözcüklerin baş harflerinden oluşan KKTC'yi KAKATE-CE diye okuyup, söyleyerek davanın özünü de önemini de yitirip gittik.
Alfabemizde tüm sessiz harfler önlerine “e ” harfi alarak ünlenirler. Bunu bilmesi gereken öğrenim düzeyine sahip insanlarımız dahi K harfini “Ka ” , H harfini “Ha ” diye seslendiriyorlar.
Türk abecesindeki harflerin adı, sırası, kitap ve el
yazısındaki büyük-küçük biçimleri |
Yüzlerce sözcük sıralamak mümkün itibar kazanmak(!), yaptığımız işleri yüceltmek (!) sevdasıyla kullandığımız. Kimi yabancı sözcüklerin konuşurken araya sıkıştırılması da işin cabası.
“Mailleşiriz tamam mı?”
“Tamam şekerim; ama ben sana twiterden da yazabilirim.”
“O.K. istersen facebooktan yaz...”
Türkçemizde bugün kullandığımız yaklaşık 6500 Fransızca sözcük var. 500 İngilizce, 600'e yakın İtalyanca, 6500 Arapça, 1373 Farsça, 400 Yunanca ve Rumca... Bu konuda söylenip yazılacak çok şey var.
Yapılması gerekeni yıllarca önce Türk Dil Kurumu'nu kurarak Atatürk yapmış. Ama ne yazık ki kurum, önceliği yabancı sözcükleri ayıklayıp, bunlara karşılık bulmaya verdiği, dil gümrüğünü kurup, yeni yeni yabancı sözcüklerin dilimize yerleşmesini engelleyemediği için, - bunda siyasi partilerimizin dil konusunu siyasileştirmelerinin de büyük etkisi var - bu çabalar istenen sonucu veremedi. Dil konusu ülkemizde gereğince önemsenmedi.
Bundan birkaç ay önce aklına güvendiğim, yazılarını önemsediğim bir köşe yazarına, Türkçe klavye daktiloların önemi üzerine yazdığı bir yazıdan cesaret alarak, alfabemizdeki sessiz harflerin tümünün "e" ile ünlendiğini yazıp bu konuya da değinmesini rica etmiştim. Ne yazık ki isteğime olumsuz yanıt verdi. Gerekçesi de okulda öğretmenlerinin kendisine K' nin ka, H'nin ha olarak okunduğunu öğretmiş olmaları.
Üşenmeyip, bir daha yazmam, ilgili yasa metnini göndermem de bir işe yaramadı.
Bu bilgisizlik, davranış ve anlayış günlük gazetelerdeki yazım, radyo ve televizyonlardaki söyleyiş yanlışlarının da nedeni.
Sadece bunlar değil. Kitap ve dergilerde de bu tür yanlışlardan geçilmiyor. Noktalama işaretleri gereğince kullanılmadığından yazarın ne demek istediğini anlayabilmek için yazılanları birkaç kez okumak gerekiyor.
Dahi anlamındaki “de” ekininin ayrı yazılması gerektiğini bilmeyen değerli (!) yazarlarımızın kaçının masasında bir Yazım Kılavuzu olduğunu doğrusu gerçekten merak ediyorum.
Merak ettiğim bir başka şey de okumuş yazmış insanlarımızın yüzde kaçının abecemizdeki 29 harfi, harf atlamadan, şaşırmadan bir çırpıda sayıp sıralayabildiği...
Bu durum ne yazık ki Konfüçyüs'un işaret ettiği sona hızla yaklaşmakta olduğumuzun bir göstergesi. Çünkü ülkemizin içinde bulunduğu durum Konfüçyüs'un dedikleriyle hemen hemen bire bir örtüşmekte.
Bu durumdan bir an önce kurtulabilmemiz için dilimize sahip çıkmaktan, dil bilincimizi geliştirmekten, dilimizin güzelliğini ve zenginliğini kavramaktan ve dilimizden utanma-maktan başka çaremiz yok. Ulus olarak varlığımızı sürdürmek istiyorsak yapılacak işlerin başında öncelikle abecemizi doğru dürüst öğrenip, seslendirmemiz gerekiyor.
“Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin.”
Mustafa Kemal Atatürk
Tekin Özertem/Bütündünya
Yorum Gönder