Ergenekon davası 5. yılında. Sanıkların büyük çoğunluğu 4 yılı aşkın süredir cezaevinde çile çekiyor. Haklarında somut bir kanıt yok. Yapılmış hatta teşebbüs edilmiş darbe de yok.
Düşünen olmuş mu? Elbette olmuş. Ayrıca bugün bile zihninden “Ah şu yönetimi bir ele geçirsek” diye geçiren vardır. Muhtemelen yarın da olacaktır.
İlk günden beri anlatmaya çalıştığım şuydu: “İktidar muktedir olabilmek için önündeki bütün engelleri kaldırmak, tehdit olarak gördüğü her faktörü yok etmek istiyordu. Asker iktidar için birinci tehdit unsuruydu. Yargı, bürokrasi ve devlet çarkı dışında olan üniversiteler ve medya da iktidarın nihai amacını engelleyebilecek faktörler olarak görülüyordu. İşe en güçlüden başlandı. Askerin komünizmle mücadele döneminden kalma siyasette etkin olma durumu, darbe iddialarına dayanan davalarla, karalama, aşağılama ve itibarsızlaştırma operasyonlarıyla yok edildi. Yargı ve bürokrasi iktidar gücünün kullanılmasıyla tamamen kontrol altına alındı, üniversitelerle medya ise tamamen etkisizleştirildi ve bağlanmış hale getirildi.”
Amaç sağlandı, Türkiye iktidarın arzuladığı şekilde yoğruldu. Artık yolun sonuna gelindi. Şimdi bu davaların da bitirilmesi gerekiyor.
Son noktayı büyük olasılıkla eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e koydurtuyorlar.
Özkök bütün iddiaların tam ortasındaki isim. Ancak Ergenekon davasında nedense en son dinlenen tanık oldu.
Eğer Özkök davanın ilk başında tanık olarak dinlense belki bugünlere bile gelinmeyecek ve dava ya düşecek ya da hızlı mahkûmiyetlerle bitecekti.
Bu açıdan bakınca Hilmi Özkök’ün önemli bir misyon yüklendiğini anlıyoruz.
Ergenekon’un asker sanıklarının inancına göre, iktidar Hilmi Özkök’ün kendilerine verdiği bilgi ve belgelere güvenerek bu operasyona kalkışmıştır. Özkök tamamına sahip olduğu kimi kozmik bilgi ve belgeleri sızdırmış ve operasyonun başlamasını sağlamıştır.
Sanık askerlere göre Özkök, olayın başlangıcında yaptığı garip açıklamalarla halkın kafasının da karışmasına neden olmuş, iktidarın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni etkisiz hâle getirmek için yürüdüğü yolun açılmasına katkı yapmıştır.
Medya Özkök’ün ifadelerini “kendi meşrebine” göre değerlendiriyor. Artık fark etmez. Misyon tamamlandı çünkü.
Özkök’ün ifadelerinden sonra dava tümden düşebileceği gibi ağır hapis cezaları da çıkabilir. Çünkü Paşa son görevini yaparken yine tam açık konuşmadı, yoruma açık ifadeler kullandı.
Mahkeme bunları istediği gibi yorumlayabilir. “Darbe vardır” diyebileceği gibi “darbeyle ilgili yeterli kanıt bulunmamıştır” kararına da varabilir.
Tahminim, mahkemenin Özkök’ün ifadesini “yandaş medyadaki” gibi yorumlayacağı ve sanıklara “darbeye teşebbüsten” cezalar vererek davayı kapatacağıdır.
*****
Sayın Turizm Bakanı bunu nasıl yaparsınız?
AKP iktidarı ile Türkiye’de bir ilk daha yaşandı. Turizm Bakanlığı tamamen “ahlakçı” zihniyetten yola çıkarak bir turizm şirketini sorgusuz sualsiz kapattı.
33 yıllık bir turizmcinin ve yanında çalışanların iş hayatına son verdi.
Olay şu: Cem Polatoğlu 33 yıldır turizm sektöründe. Daha önce Prontotur’u yönetiyordu şimdi de Baracuda turizmin sahibi. Daha çok kültür ve egzotik turlar düzenliyor. Vietnam, Kamboçya, Transilvanya, Phuket gibi yerlere tur paketleri hazırlıyor.
Polatoğlu’nun yazı geçmişi de var. Bir dönem Cumhuriyet’te turizm yazıları yazdığı gibi kendisine ait internet sitesinde de yazılar yazıyor.
Hükümetin kürtajı yasaklamaya çalışması üzerine kendi ifadesiyle “ironik” bir yazı kaleme alıyor. Yasaklamalarla bir yere varılamayacağını, yasaklanan şeyin “korsan”laşacağını belirtiyor ve örneğin kumarhanelerin yasaklanmasından sonra turizm şirketlerinin kumarhane olan yerlere turlar düzenlediklerini ve milyonlarca kişinin bu yolla kumarhanelere gittiğini anlatıyor ve sözü kürtaja getirerek “Bu yasakla birlikte Kuzey Kıbrıs, Kırım, Bosna ve diğer yakın komşularımıza Kürtaj ve sezaryen turları artacak gibi görünüyor. Araştırmalara göre Kırım’da anlaşmalı olduğumuz bir hastanede işlemler yapılmak kaydı ile 3 gece 4 gün turumuz “kürtaj dahil” 299 euro olarak satışa sunulabilir” diyor.
Bu yazı kimi gazetelerde yayınlanıyor. Bakanlık da ifade ve savunma bile almaya gerek görmeden Baracuda şirketinin lisansını iptal ediyor.
Peki bu kadar sert kararın arkasında acaba ne var? Polatoğlu, “Tahminime göre TÜRSAB Başkanı ile olan sürtüşmemiz etkili oldu” dedi. Polatoğlu iki dönem TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’a karşı aday olmuş. Ulusoy bundan çok rahatsızmış. Yazısını da şikâyet ederek “Ahlaki değerlerimizi ayaklar altına aldığını ayrıca Türkiye’nin imajını bozduğunu” ileri sürmüş.
Turizm Bakanlığı da Baracuda şirketinin lisansını “ahlaka aykırı davranmak” suçlamasıyla sorgusuz sualsiz iptal etmiş.
İnanılır gibi değil. Burası bir hukuk devleti mi yoksa muz cumhuriyeti mi? Hele bu hukuksuz kararı adında “kültür” geçen bir bakanlık alıyorsa, varın düşünün Türkiye’nin ne hâle geldiğini.
*****
Irak Başbakanı “Gazabımızı” bilmiyor galiba
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu uçağımızın düşmesinden sonra esmiş gürlemiş ve “Kimse Türkiye’ye test etmeye kalkmasın, dostluğumuz iyidir ama düşmanlığımızın gazabından da korkun” anlamında tehditler savurmuştu.
Anlaşılan Irak Başbakanı Maliki Türkiye’nin düşmanlık karşısındaki gazabından habersiz. Davutoğlu’nun izin almadan Kerkük’e gittiğini söyleyen Maliki “Bu bizim egemenlik haklarımıza saldırıdır. Davutoğlu’nu tutuklama hakkımız var” deyiverdi.
Elbette Irak yönetimi Davutoğlu’nu tutuklamaya kalkışmaz bile, ama kendisini bölgenin lideri gören ülkenin karizması da böyle çizilir işte.
Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” dediği kavram her gün su alıyor, haberi var mı?
*****
Feci bir başlık
Hükümeti eleştirmeye başladığı için artık işlevini giderek yitiren Taraf Gazetesi’nde önceki gün sürmanşette “feci” bir başlık vardı. Aynen şöyleydi: “Müslümanlar Ay’a karşı.”
“Ay” denilen Sedat Selim Ay. İstanbul Terörle Mücadeleden sorumlu Emniyet Müdürü Yardımcısı. Bu kişi geçmişte yaptığı işkencelerle anılıyor. Taraf günlerdir bu kişinin İstanbul’a atanmasını eleştiriyor. İşkence yaptığı mahkeme kararlarıyla sabit birinin bu göreve getirilmesi elbette çok yanlış.
Gazete günlerdir sürdürdüğü yayınlara destek olması amacıyla ilahiyatçılardan, Mazlum-Der’den, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı’ndan ve bazı İslamcı isimlerden demeçler almış. “Müslümanlar” diye kastedilenler bunlar.
Türkiye yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke.
Sürekli ayrımcılıktan, ötekileştirmekten yakınan bir gazetenin bu gerçeği bilmemesi mümkün mü? O halde bir konuda tepki gösterenleri “Müslümanlar” diye ayırmak ne anlama geliyor?
Eğer başka kasıt yoksa, bunun adı cahilliktir. Ya da AKP hükümetine “Bakın sizinkiler bile karşı” diyebilmek için günlerdir sürdürülen bir haberin şehvetine kapılmaktır.
Yorum Gönder