Akademik çevreler gibi kamuoyu da günlerdir üniversiteye girişteki puan barajını tartışıyor.
Düşürülsün mü, düşürülmesin mi?
Birinci gruptakiler, kaliteyi düşürür gerekçesiyle, puan barajının aşağıya çekilmesine kesinlikle karşı çıkıyorlar.
Baraj puanı aşağıya çekilmezse, en az 150, 200 bin kontenjan boş kalır, bu da üniversiteler için felaket olur diyenlerin en önemli dayanakları ise ÖSYM’nin yaptığı sınavların, adayların birikimini tam olarak ölçmediği. Bu yüzden de, ya sınav sistemi tümüyle değişmeli ya da bırakın barajı, sınav tümden kaldırılmalı...
Her iki tarafın da, artıları ve eksileri var. Zaten bu kadar tartışılıyor olmasının nedeni de bu.
Peki her iki tarafın kaygılarını da dikkate alarak üçüncü bir görüş oluşturulamaz mı?
Aslında yapılması gereken tam da öyle bir şey. Tartışma ile zaman kaybetme yerine, neler yapılabilir ona bakmak gerekir...
Kontenjan açığı
Birinci yerleştirme sonunda, eğer iddia edildiği gibi 200 bine yakın kontenjan açığı kalırsa, kesinlikle, hükümet devreye girecektir. İşte o zaman baraj puanının inmesine karşı çıkan YÖK ve üniversiteler ne yapacak merak ediyorum. Örneğin sözlerinin arkasında durup, boş kontenjanlarına öğrenci alacaklar mı, almayacaklar mı hep birlikte göreceğiz...
YÖK, uzun zamandır üniversitelerin sorunlarına çare üretme yerine, bırakalım batsınlar mantığı izliyor. Ama şunu unutuyor!
Eğer vakıf üniversitelerinden bazıları, zora girer ve kapısına kilit vurma noktasına gelirse, bu hepsini etkiler. Önümüzdeki yıllarda, öğrencileri vakıf üniversitelerine yönlendirmek artık mümkün olmayabilir...
Türkiye’de özel okulculuğun gelişmemesinin temelinde yatan da zaten bu yanlış mantık. Kolejler, hep, rakipler batsın, ortada kalan öğrenciler de bize gelsin mantığı ile hareket ettiler ve bu yüzden sektör bırakın büyümeyi, hep geriledi.
Genel tüketime baktığınızda, özel ilk ve orta öğretim kurumlarında okuyan öğrenci oranının yüzde 15’lerde olması gerekir ama yüzde 1.5 bile değil.
Bu konudaki bir başka yanlış da, fırsat eşitliğini bozuyor gerekçesiyle özel okullara karşı çıkılması. Oysa, devletin üzerindeki yük, yüzde 15 azalsa, geriye kalanlara çok daha iyi öğrenim olanağı sunacak ama bunu ne kimse anlatabildi, ne de anlayabildi. Bir özel okul düşmanlığıdır gidiyor!..
Şimdi aynı şekilde, puan barajının aşağıya çekilirse, parayla diploma satılacağı korkusu hâkim. Oysa bu konudaki tedirginliği minimuma indirmek mümkün.
Siz sanıyor musunuz ki Amerika ya da İngiltere’deki üniversitelerin hepsi de dört dörtlük. Onlar içerisinde de, bizimkilerden çok daha tartışmalı olanlar var. Üstelik parayı bastıran giriyor, aldığı diplomayı da Türkiye tanıyor...
Yeterlilik sınavı şart
Bizde yaşanan bu tartışma, pek çok ülkede yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. Onlar bu sorunu, kamuyla ilgili mesleklere yeterlilik sınavı getirerek aştılar.
Üniversiteye nasıl girdiğiniz ve nasıl mezun olduğunuz umurlarında değil. Ama eğer o mesleği icra edecekseniz, sizi, 5 yılda bir yenilen yeterlilik sınavına tabi tutuyorlar. Sınavda istenilen barajı aşarsanız mühendislik yapıyorsunuz, aşamazsanız yapamıyorsunuz. Hiç kimse de, bak benim diplomam var, bana nasıl mühendislik yaptırmazsınız diye veryansın etmiyor...
Ülkemizde yükseköğrenimdeki okullaşma oranı zaten çok düşük, onu bir de farklı şekillerde kısıtlamaya kalkarsak, yerimizde saymaya devam ederiz.
İlle de kalite diyen YÖK, keşke bu duyarlılığını, üniversitelere öğrenime başlama izni verirken de gösterse. Her köşe başına bir üniversite açılırken, sus pus olan YÖK, iş öğrenci almaya gelince, kırk dereden su getiriyor ki, bunu anlamak mümkün değil...
Özellikle de 180 puanlı paralı öğrenciler ile 450 puanlı burslu öğrenci, aynı sınıfta nasıl kaliteli bir eğitim yapıyor? Çok merak ediyoruz...
MEB niye suskun?
Bu noktada asıl isyan etmesi gereken kurum MEB olmalıydı. Eline diploma verdiği öğrencilere başarısız damgası vurulurken hâlâ suskunluğunu sürdürüyor. Oysa şu sorular onlardan cevap bekliyor:
- Bu öğrenciler bu kadar başarısızsa neden mezun ettiniz?
- Akademik açıdan yeterli donanıma sahip değillerse neden mesleki yönlendirme yapmadınız?
- YGS ve LYS öğrencilerin birikimlerini ölçmekten uzaksa, neden değiştirilmesini istemiyorsunuz?
- En önemlisi de Türkiye’de eğitimin kalitesi sorgulanırken ve hemen herkes bu konuda görüş bildirirken, siz neden hâlâ konuşmuyorsunuz?
Yoksa, eğitim ve ölçme değerlendirme sizin ilgi alanınıza girmiyor mu?..
Özetin özeti: Bir şeye karşı olmak en kolayı. Ama eğer ortada bir sorun varsa ve acil çözüm bekliyorsa, bu beni ilgilendirmez demeye hiç kimsenin hakkı yoktur!..
Yorum Gönder