Akıl ve bilgiye dayalı sağlıklı öngörünün gerçekleşemediği hallerde, yaşama dair güvenlik duygularımız kırılır, birey ve toplumların düş kırıklıkları, umutsuzlukları ise çok daha ağır yaşanır. Çünkü haklı öngörülerle oluşmuş beklentilerin düş kırıklığına dönüşmesinin haklı isyanı eklenmiştir...
Çok açık, piyangodan milyoner olma düşü çekilişle sönüverince yıkılmazsınız. Ama alnınızın teri ile, yasalara dayalı kazanılmış haklarınızın gasp edilmesine karşı isyan en doğalından insan hakkıdır. Yaşamımın hiçbir döneminde sokakta yürürken, öngörüleri tersine dönmüş, gasp edilen hakların isyanına bu boyutlarda örgütsüz ama güçlü tepkilere tanıklık etmedim. Önceleri “Yaşama benim de paylaştığım pencereden bakanlar beni buluyorlar... Ya da ben onlardan gelen tepkileri alıyorum...” genellemesinden yanaydım. Zaman içinde sorunun akıl ve bilgiye dayalı öngörülerin oluşmamasından kaynaklandığını, genel umutsuzluğu besleyen travmatik bir gerçek dışı gerçeklikle yüz yüze kaldığımızı daha bir iyi anlamaya başladım.
Sabah gönlünde dünkü Ergenekon davasında, en azından yargı paketi sonrası yapılan incelemeden çokça tahliye kararının çıkacağı öngörüsü ile sokağa çıkmış, bir hanımefendi ile, tanışmadan içtenlikli selamlaştık. Gülümseyerek “Balbay’lar çıkıyor değil mi?” öngörüsünde bulundu. Hukuk devleti düzeninin en kötü işlemesi halinde bile, “dahası olamaz” denilebilecek bir konumda, akıla, bilgiye dayalı sağlıklı bir öngörü yapılabilecek bir konum için bile öngörü yapamamak ne anlama geliyor? Hukuk devleti düzeninin işleyişine ilişkin güven duygusu kırıntısının bile kalmaması, değil mi? Hem Cumhuriyet Vakfı, hem de Cemiyet Başkanımız Orhan Erinç benden daha kıdemli, üstüne üstlük askeri-sivil yakın tarih darbe hukukuna yakından tanıklık etmiş olarak, “Yargıya güvenimi hiç bugünkü kadar yitirdiğim bir dönemi anımsamıyorum” diyerek yarama tuz ekti. Duruşmalara, dosyalara, yasalara yakından bakabilmişler olarak, akıla, bilgiye, hukuk devleti düzenine, içerdekilerin insan haklarına ilişkin, öngörülerimizin hiçbir işe yaramayacağını, teslim etmiş oluyorduk. Sonuçta birkaç kişi tahliye olursa, bunun hukuk devleti düzeni içinde bir açıklamasının yapılamayacağını biliyorduk...
***
Geçen hafta, gülmem mi ağlamam mı gerektiğine karar veremediğim Sayın Başbakanımızın bir açıklamasındaki bir cümleye günlerce takılı kaldım. Üniversitelerdeki öğrenci harçlarının kaldırılması gerektiğine karar vermişlerdi. Gereken talimatları vermişler, maliyetini hesaplatmışlardı. Anladığım kadarı ile ekonomide, hele de dış politikada işlerin kötüye çevrilmesinden mi, iktidarları için giderek önem kazanan yeni seçimlere dönük yatırım kaygıları mı daha baskın, bilinemez... Ama çok sayıda öğrencinin sadece ve sadece üniversite harçlarının kaldırılmasını istedikleri, paralı eğitime karşı çıktıkları protesto eylemleri yüzünden başlarına gelmeyen kalmadı. Polis şiddeti ilk boyut, emir komuta zinciri içinde üniversite yönetimlerinden gelen ağır cezalar, öğrencilik haklarının yitirilmesine, yargılanmaya, cezaevlerinde uzun tutukluluklara.. beğenin beğendiğinizi... Gelin gençliğimizde çok kızdığımız Demirel’in “Dün dündü, bugün bugündür..” sözünün, siyaseten çirkin ama ne kadar da masum kaldığına şaşmayın. Merkez sağın çok da demokrasiye bağlı kalmayan liderinin meğerse ne kadar da demokrat kaldığını, yeni iktidarlarının icraatları ile birlikte çoktan teslim etmiştik...
Konu başlığımız “öngörü” ya. Bizler akıla, bilgiye, mantığa, olup bitenlere dayalı öngörülerimizde, insan hakları, hukuk devleti, demokrasi düzeninin işlememesi bağlantılı hiçbir şeyleri öngöremezken; kusursuz çalışma karşılığı işimizi kaybetmeme hakkımız, güvencemiz bile yerlerde, yaşamın her alanında, her konuya dönük büyük bir korku, panik içinde yaşamaya mahkûm olmuşken.. iktidarlarının bizden de öngörüsüz konumda olmalarına şaşırmamak elde değil. Irak bataklığında yaşananlar, en çarpıcı, gerçekçi laboratuvar olarak gözlerimizin önünde yaşanırken... İşgal edilmemiş çok daha umut verici başlangıçları varmış izlenimi veren Arap baharlarında bile yaşanan travmalar ortada iken, Suriye’nin kanlı iç savaşa, daha derin bir bataklığa sürüklendiğini görememek, iktidarlarımızın düşledikleri çizgide İstanbul toplantılarında destek attıkları Suriye muhalefet yönetiminden, Suriyeli Sünniler ağırlıklı yeni bir iktidarın doğabileceğini düşlemek, öngörüsüzlüğün dibine düşmek değil mi?
Yeni Osmanlıcılık, Ortadoğu, İslam dünyasına egemen olma düşlerimize, hem de Barzani, Batı, ABD desteğinde, stratejik ortak olarak kavuşmak için yola çıkmışken, Büyük Kürdistan projesinin ikinci ayağındaki adımı atlamak, öngörememek nasıl olabilir ki?.. “Aslında atlanmamıştı, ama gücümüze, stratejik ortaklarımıza, verdikleri sözlere güvenilmiş, onlarla ittifak içinde PKK, KCK, hatta BDP’nin tasviyesi, AKP iktidarlarının çizdiği çerçevelere uygun Kürt sorunu çözüm reçetelerinin uygulanabilirliğine inanılmıştı..” diyebilmek çok daha vahim bir öngörüsüzlük sayılabilir mi?..
Yorum Gönder