Siyasal İslamdan, AKP’den yana kalem oynatanlar ortaya “Müslüman demokratlık” diye bir kavram attılar. Bakalım, anlamaya çalışalım.
Hıristiyan dünyasında bireylerin özgürlüklerine dinsel müdahalenin en somut örneği Katolik ülkelerdeki boşanma yasağıydı. Bu yasak ilk olarak Fransa’da, 1789 devriminden sonra kaldırıldı. Öbür Katolik ülkelerden Portekiz 1910’da, İtalya 1974’te, İskoçya 1976’da, Brezilya 1978’de, İspanya 1981’de, İrlanda 1997’de, Şili 2004’te ve Malta 2011’de boşanmayı kabul etti. Bugün Katoliklere boşanma yasağının sürmekte olduğu tek ülke Filipinler’dir.
İslamda ise dinin, faizden yeme içmeye, giyim kuşamdan kadınların eşleri tarafından cezalandırılmasına, cinsel ilişkiden boşanmaya kadar bireylerin toplumsal ve bireysel özgürlüklerine müdahale ettiği birçok örnek sıralayabiliriz. Hıristiyanlık 18. yüzyıldan sonra Hıristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde devlet yönetiminde söz sahibi olmak iddiasından vazgeçmiş, bu ülkelerde din ve dünya işleri birbirinden ayrılmıştır. İslam ise doğuşundan bu yana bir devlet dinidir.
Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde İslam, açık ya da örtülü olarak devlet yönetiminde birincil güç olarak hak iddia etmektedir. Bugün Arap-İslam ülkelerinin çoğunda ve İran’da sultanlar, krallar, emirler vb. İslam/şeriat adına iktidarı ellerinde bulundurmakta, toplumları yönetmektedirler.
Sonuçta, Batılılar tarafından Arap Baharı adı verilen isyan hareketleri de Mısır’da Müslüman Kardeşler’i, Tunus’ta da İslamcı Ennahda Partisi’ni iktidara taşıdı. Batılılar açısından işlerin iyi gitmediği ülke Libya oldu; burada yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler meclise 17 milletvekili sokabilirken, görece liberal gruplar 39 milletvekili kazanmayı başardılar. Şimdi sıra Suriye’de; Esad eğer devrilebilirse iktidarın görünür en büyük adayı burada da Müslüman Kardeşler’dir, doğal ki ülke üçe bölünmezse…
Tekrar Hıristiyan Demokrasi’ye dönecek olursak… En güçlüsü Almanya’daki Hıristiyan Demokratlar/Hıristiyan Sosyal Birlik olan Batı’daki Hıristiyan demokrat partilerin tümü “burjuva partileri”dir. Dolayısıyla bu partiler tarihsel birikim olarak burjuva değerlerini içselleştirmiş örgütsel yapılanmalardır. Birey hak ve özgürlükleri, anlatım ve düşünce özgürlüğü, her sınıfın, her kesimin, her toplumsal grubun özgürce örgütlenme hakkı, fırsat eşitliği, demokrasi, çoğulculuk vb. kavramlar bu partilerin ortak değerleridir. Burjuva ahlakına sahip olmak ancak bu değerleri özümsemekle/içselleştirmekle mümkündür.
Bu ahlakın oluşması kolay olmamıştır; bunun için ilkin o ülkelerdeki/toplumlardaki feodal ilişkilerin ortadan kalkması/kaldırılması ya da çözülmesi gerekiyordu. Bu da kimi ülkelerde burjuva-demokratik devrimler yoluyla, kimi ülkelerde ise sanayileşmeye bağlı olarak feodal ilişkilerin çözülmesiyle gerçekleşmiştir.
Bizim kuruluş/aydınlanma devrimlerimiz ise toplumdaki gerici/feodal güçlerin baskı ve engellemeleriyle kesintiye uğramış, feodal ilişkileri ortadan kaldıracak bir toprak reformu/toprak devrimi gerçekleştirilememiştir. Öte yandan 1950’li yılların sonlarında montaj sanayisi ile başlayarak 1980’lerle birlikte hızlanan sanayileşme ve büyüyen ticaret sektörü birçok “zengin” yaratmış fakat feodal bağlarla ilişkisini kopartamayan bu kesim burjuvalaşamamıştır. Ortaya ilkel, açgözlü, nobran, dayatmacı bir “sınıf” çıkmıştır. Anadolu sermayesinin belkemiğini oluşturduğu bu sınıf kendiliğinden sınıf olmaktan kendisi için sınıf olma bilincine ulaşamamıştır. Manzara tüyler ürpertici ve iç karartıcıdır. Altyapısı kapitalist/çağdaş, üstyapısı ise feodal/çağdışı olan bu üretim biçimi Türkiye için belirleyicidir. Klasik diyalektik düşünceye göre altyapının üstyapıyı etkileyip dönüştürmesi gerekirken üstyapı kendini yeniden üretmekte, bu süreç içinde üstyapı giderek dincileşmektedir. AKP’nin güç kaynağı da bu yapıdır.
İslam, bir inanç sistemi olmanın ötesinde bir ideolojidir, toplumun ve bireylerin hayatlarını düzenleyen bir dünya görüşüdür. Hayatın her alanına ilişkin söyleyeceği bir sözü, buyruğu vardır. Dolayısıyla İslamda din ile dünya işlerini birbirinden ayırmak olası değildir. Nitekim başta Anadolu sermayesi ve dinci güçler ülkeye, topluma ve devlete ağırlıklarını koydukça laiklik zedelenmekte, yara almaktadır.
Çaresi? Düşüneceğiz. Aklımda bir büyük adamın söylediği şöyle bir söz var: “Bir ideoloji ancak bir başka ideolojiyle göğüslenebilir!” Üzerinde durmaya değer sanırım.
Yorum Gönder