Dünya toplumlarında bir benzerini hatırlamıyorum, yaşadığımız sürecin. Dışarıdan gelip bizleri gözlemleyen bir yabancı, ister Ankara-İstanbul’a, ister tatil beldelerimize, ister diğer kentlerimize baktığında her şeyin sorunsuz, normal göründüğü bir genel yapı tespit eder. “Yani sürekli Türk-Kürt sorunu, laik-antilaik tartışması, Alevi-Sünni kavgaları yaşayan ülke gerçekten bu mu” diye kendi kendine sorar. Teori ve pratiğin birbirinden bu kadar uzak durduğu ülke zor bulunur. Bu nedenle biraz diğer bilimlere, mesela kimyaya göz atsak, belki hidrojen gazıyla kıyaslayabiliriz toplumumuzun şu andaki yapısını: Sıkıştırılmış, sakin, durağan ama her an patlamaya hazır!
Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin Sürgü beldesinde yaşanan tatsız gerginlik ve linç girişimi ister istemez akıllara Sivas katliamını getirdi. Yine kavgalar, tekbirler, tehditler ve bu sefer jandarmanın durdurabildiği bir yarım kalmış girişim... Yargıtay’ın Diyanet İşleri’ne dayanarak verdiği “Cami ve mescit dışındaki yerlerin ibadethane olarak kabul edilmesi mümkün değildir” kararının Anadolu’da en beklenmedik an ve noktalarda bu gerginliği tırmandıracak olması gerçeği görmezden gelinebilir mi? Maalesef konu “türban” olunca sevgi, hoşgörü ve tüm diğer uzlaşmacı tanımlamaları sıralayan iktidar ve ‘medyokrasi’si, konu başka bir mezhebin veya farklı yaşam tarzlarının hakları olduğunda, birden şahin kesilip acımasız ve sivri pençeli kimliğini ortaya çıkarıveriyor! AKP’nin büyük manevra başarılarıyla resmen kanırta kanırta toplumu ayrıştırma, bölme, provoke etme siyasetleriyle ülke için gerildikçe geriliyor. Toplumun her kesimi; laikler, kadınlar,
Aleviler, Kürtler, aydınlar, öğrenciler, memurlar, bu provokasyonlardan nasiplerini sırayla, bol bol alıyorlar. Suriye ile ilişkili olarak ABD’nin net ve somut talepleriyle taşeron komşu-savaşçı konumuna itilmiş olmamız ve her an sınırlardan kötü haberler bekleniyor olması da işin başka bir korkunç boyutu. Tabii bir iktidarın ülkeyi “sıkıştırılmış hidrojen” yapısına getirmesinin kendisine ne kazandırdığı da merak konusu olabilir: “Vallahi biz de tam bilemiyoruz, ama zaten onlar kendi aralarında o kadar parçalı bohça durumundalar ki biz bu siyasetleri sürdürerek nasıl olsa hep kazanıyoruz” diyerek kendilerine göre bir izahat getirebilirler(!).
Sivil toplum kuruluşlarının “ileri demokrasi” tarafından köşeye sıkıştırılmış olması, ana muhalefet partisinin bitmez tükenmez “vitrine hangi liberalleri çıkartsak da parlatsak” arayışları arasında alıştığımız ağır çekim hareket(sizlik)leri, AKP’ye sonsuz bir eylem özgürlüğü getirmiş durumda. Arada bir hidrojen sızmasından yaşanan küçük patlamaları saymazsak muhalefet, bölük pörçük basın açıklamaları, polisle sağda solda gaz ve cop dalaşları ve bol bol homurdanmayla yetiniyor. Tabii buna eklenecek bir diğer gerçek, sanal dünya, yani e-mail gönderimleri, Twitter ve Facebook’ta yaşanan kavga-gürültüler. Burası da başka bir âlem! Hükümetin tehdit ve baskılarından şimdilik bir nebze kaçabilmiş olan “Hidrojen Toplum” un üyeleri, burada fikirlerini ortaya dökmenin ötesinde birbirlerini yemekle meşguller. Hadi toplumun özellikle eğitimi sorunlu kesiminin bu alanı bir küfür ve kompleks kusması olarak görüyor olmasını bir kenara bırakın. Bunun da ötesinde nereye patlayacağını bilemeyen insanlar, “suçlu” deşecek fırsat kolluyorlar. Geçen akşam Twitter’da olimpiyatlar hakkında bir görüş belirtmişken, birden baktım bana alakasız saldırılar gelmeye başladı. Meğer Malatya krizi patlak vermiş! O saniyede bundan haberi olmayan ben, neden olan bitene tepki vermiyormuşum, sanatçılar duyarlı olmaz mıymış, ben bıçaklandığımda ne hissetmişim diye uzayıp giden eleştiriler... Bu arada, o anda ne haber kanallarında, ne gazetelerde konuyla ilgili tık yok! “Hidrojen Toplum” o kadar sıkışmış ki o anda Malatya’yı tam anlayamasa bile neredeyse olan bitenden beni sorumlu tutacak! Sanki ben Tanrı’nın temsilcisiyim de yurtta olan her vukuat anında bana ulaşıyor, benim de ‘içişleri muhalefet bakanı’ olarak anında tepki vermem lazım!
İşte10 yıllık AKP iktidarı sonunda böyle bir “Hidrojen Toplum” oluverdik. Görüntüde sütliman, hiçbir şeyden şikâyeti olmayan, mitinglere uzak, Ergenekon’dan Balyoz’a süregelen siyasi davaların acımasız absürdlüğüne bile alışabilmiş, resmen uyuşturulmuş, bir halk. Ve bu büyük emeklerle(!) elde edilmiş pasifliği sonuna kadar sömüren bir iktidar...
Nereye kadar?
Yorum Gönder