Geçen haftaya kadar ABD ve İngiliz medyasında sunulmakta olan “Suriye” resmi bu hafta değişmeye başladı.
Geçen haftaya kadar sunulan resmin ana çizgileri şöyle özetlenebilir. Suriye coğrafi ve demografik açılardan Libya’dan farklıdır. Rusya ve Çin’in stratejik desteği, NATO eliyle askeri müdahaleye zemin hazırlayacak bir kararın BM Güvenlik Konseyi’nden çıkarılmasını önlüyor. Türkiye ve Körfez ülkelerinin tüm parasal askeri desteğine karşın Suriye rejimine karşı savaşan güçler çok parçalı ve yetersiz. ABD doğrudan bir asker müdahaleye önderlik etmekten yana değil. Tüm bunlar, bu koşullarda Esad rejiminin daha uzun bir süre dayanabileceğini, hatta bu siyasi krizi atlatarak ayakta kalabileceğini düşündürüyordu.
Geçen hafta başından bu yana bu resim değişmeye başladı. İsyancıların kapasitelerine ilişkin güvensizlik, yabancı kaynaklı Selefi savaşçıların etkilerine ilişkin kaygılar artıyor. Esat rejiminin çökme sürecine girdiğine ilişkin bir sav giderek yaygınlaşıyor. Bu ikisi birlikte Esat rejimi çöktükten sonra Suriye’de ve bölgede yaşanması olası sarsıntılara ilişkin kaygılar, “Esat rejiminin elindeki kitle imha silahlarına ne olacak” sorusuyla birlikte öne çıkıyor. Bu resmin içinde ABD’nin doğrudan müdahale etmesinin gerektiğine, artık böyle bir müdahalenin zamanının gelmeye başladığına ilişkin bir söylem güçlenmeye başladı.
Suriye ‘Irak’laşacak mı?’
Neo-con çevreler zaten askeri müdahalenin gerekli olduğunu savunuyorlardı. Önceki cumartesi Amir Taheri New York Post’ta “ayaklanmanın bölgenin olumlu ve olumsuz tüm enerji ve çelişkilerini içerdiğini, bu enerjiyi demokratikleşmeye yönlendirmenin bir yolu bulunmazsa Esad’dan sonra yıllarca sürecek bir çatışma ortamının kaçınılmaz olacağını” iddia ediyor, bunu önlemek için “önce bir dış gücün yönlendirici elinin gerektiğini” savunuyordu. Tabii ki bu dış güç de Amerika’dan başkası olamazdı.
Liberal emperyalizmin (demokrasi götürmek için askeri müdahale, işgal vb.) önemli propagandacılarından, New York Times yorumcusu Tom Friedman, salı günü yorumunda, “çok mezhepli, azınlık bir klan tarafından Baas ideolojisiyle ve demir yumrukla yönetilen Suriye, bu özelliklerinden dolayı aynı Irak gibidir” saptamasının ardından, böyle bir rejimden çağdaş bir demokrasiye, Hobbesçi (herkesin herkesle savaştığı) bir dünyadan geçmeden ulaşılamayacağını, dolayısıyla bu geçişi kolaylaştıracak bir ebeye gerek olduğunu vurguluyordu. Hiç gönlü elvermiyormuş, ama bu ebeliği ancak ABD’nin doğrudan müdahalesi yapabilirmiş. Aynı gün, Tony Karon Time’da “Beş kâbus...” başlıklı yazısında, “Suriye’ye yabancı askeri güçlerin girmesi, Esad’ı devirmek için değil, Esad devrildikten sonra patlak verecek şiddeti önlemek için gerekli olabilir” diyordu.
Bir gün sonra Financial Times’da James Blitz, “rejim ve isyancılar bir karşılıklı imha kısırdöngüsüne saplanmış görünüyorlar” saptamasının ardından, “Batılı güçlerin müdahale olasılığı artıyor” diyordu. Blitz aynı gün yayımlanan hafta boyunca geniş yankı uyandıran “Collusion course for intervention” başlıklı, Royal United Services Institute uzmanları tarafından hazırlanan bir raporu aktarıyordu. Raporun yazarlarına göre “iç savaş kaosu” içinde, Suriye’nin kimyasal silah stoklarının güvenliği ve bölgeyi hızla etkisi altına almaya başlayan uluslararası çatışma riski, süreci dışardan seyretmeyi artık olanaksızlaştırmaya başlamış”. Rapor, “Biz müdahaleye doğru gitmiyoruz, müdahale bize doğru geliyor” diyormuş.
Modele göre yeni “aşama” yeni söylem
Raporun yazarlarından Albay Richard Kemp’in “En önemli istihbarat yalnızca, özel birliklerin ulusal istihbarat ajanslarının sahada yaptıkları gizli operasyonlarla elde edilebilir. Bu operasyonlar sabotajları, rejime karşı askeri darbe kışkırtmayı da kapsar” sözleri bana, size iki hafta önce çarşamba günü aktardığım, Pentagon’un “TC 18-10” (Unconventional Warfare) el kitabını anımsattı. Bu satırları neredeyse noktasına virgülüne kadar orada okumuştum.
El kitabı, gerektiğinde geniş çaplı askeri hareketlere açılan, bir işgal gücünün girişine zemin hazırlayan bir yöntem olarak tasarladığı UW sürecini, “Hazırlık, İlk temas, Sızma, Örgütleme, İnşa, Konvansiyonel güçlerle birleşecek harekâtlar, Ulusal denetimi ele geçirerek düzenli orduya geçerken var olanı dağıtmak” olarak planlıyordu. 6. ve 7. aşamanın konvansiyonel savaşa, müdahaleye karşılık geldiği söylenebilir. Geçen hafta izlediğim yayın ve tartışmalardan, ABD ve İngiltere’de (ve Avrupa’da) birilerinin en azından 6. aşamaya gelindiğini düşünmeye başladığı izlenimini edindim.
UW stratejistleri, Esad’ın rejiminin en üst düzey dört üyesini öldüren terör saldırısından, isyancıların tutunamasalar bile büyük kentlerin merkezlerinde eylemler düzenlemeye başlamalarından, rejimi taraf değiştiren üyelerinin sayısındaki artıştan, isyancıların saldırılarının rejimi yeterince “yumuşattığını” düşünmeye başlamış olabilirler.
Suriye tartışmaları, bir taraftan kimyasal silahlara, diğer taraftan isyancı güçlerin, gittikçe parçalanmakta olmalarına, Irak, Libya, Tunus gibi ülkelerden gelen Selefi gurupların, El Kaide kadrolarının sayılarının, etkilerinin artmaya başlamasına (ya bu kimyasal silahlara erişirlerse) kaydı. Geçen hafta yorumlarda, iktidar boşluğunun oluşmaya başlamasına daha fazla vurgu yapılıyordu. Bunlara isyancı grupları, Suriye ordusunun çoğunluğunu da kapsayacak bir biçimde birleştirecek lider arayışını, rejim döneği Tuğgeneral Manaf’ın adının aniden devreye girmesini, Brüksel’in “Suriye Ulusal Kongresi’ne” güvenini ve ilgisini kaybettiğine ilişkin haberleri ekledik mi, “yeterince yumuşattık” algısıyla uyumlu bir görüntü oluşuyordu.
Tam bu sırada, çarşamba günü, ABD’de her iki partiden, ünlü “Neo-con” siyasetçileri de içeren bir grup, Obama yönetimini, liderlik yapmaya, bir an evvel Suriye’ye askeri müdahaleye, adeta Bush’un birinci dönemindeki, Irak savaşı öncesi stratejiye geri dönmeye çağıran, ABD’nin “olağanüstü ülke” olduğunu anımsatan ortak imzalı bir deklarasyon yayımladılar (Christian Science Monitor, 26/07/12).
Cuma günü bu koroya Bush’un Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice da katıldı. Rice, “ABD herhangi bir ülke olmadığını anımsamak zorundadır” başlıklı yazısında “9/11 saldırısı, finansal kriz ve Arap ayaklanmaları, ABD’nin yaşamsal çıkarlarının kalbine vurdu. ABD uluslararası sistemin tektonik plakalarının yerine, dünyayı daha güvenli, özgür ve zengin yapacak biçimde yerleşmesini istiyorsa liderlik etmekten kaçınamaz” diyordu. Rice, adeta ABD başkanlık yarışında, bir dış politika manifestosu olarak yazılmış izlenimi de veren denemesinde, ABD’yi yeniden dünya liderliğini üstlenmeye çağırıyordu.
Kaba hatlarıyla tanımlamaya çalıştığım bu resim Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale olasılığının artmaya başlamasından öte bana iki şey daha söylüyor. Suriye’de olan Suriye’de kalmayacak. Yayılacak kaos içinde siyasal İslam yükselmeye devam edecek. AKP dış politika hedeflerini bir kez daha büyük düş kırıklıkları bekliyor. Faturayı da yine halklar üstlenecek tabii ki... (Çarşamba günü devam ediyorum...)
Yorum Gönder