Heykel sempozyumlarını severim. Heykel sanatçılarının, ister ağaç, ister taş ne olursa olsun, ellerindeki ham malzemeyi yontmalarını, malzemeyle birebir mücadele etmelerini, kimi zaman malzemenin suyuna gidip, yollarını değiştirmelerini, kimi zaman inatla malzemeye hâkim olmaya çalışmalarını izlerken, insanlığın büyük macerasını izler gibi olurum.
Sonra heykeller ağır ağır kendini belli etmeye başlar, işin en keyifli zamanı gelmiştir: “Sanatçı acaba ne söylemeye çalışıyor?” Artık sizin de sadece seyirci olmanız bitmiş, işin içine balıklama dalma zamanınız gelmiştir. Hayal gücünüz, bilgileriniz, anılarınız devreye girer ve her heykel bir şiir, bir hikâye, bir su olur…
Ertuğrul Başkan, İzmit’e bağlı, şimdi belediye olmaktan çıkarılan Değirmendere’nin bana göre hâlâ efsane belediye başkanıdır, o da heykelleri sever. Onun yönetiminde Değirmendere yıllarca onlarca heykel sanatçısını ağırladı. Önceleri heykele yabancı olan Değirmendereliler, “Acaba bunlar ne yapıyor?” diye pek bir yadırgadılar ama bir iki derken, çınarlı meydanı süsleyen heykelleriyle övünmeye başladılar. Bu arada ayakkabı boyacısı Bilal heykele başladı, beş lise öğrencisi de akademi imtihanlarını kazanıp, heykeltıraş olmaya doğru yola çıktılar.
Benim heykel tutkumu çok iyi bilen, hem belediye başkanım hem de can dostum Ertuğrul “Seni alıyoruz ve Ankara’ya gidiyoruz, Çankaya Belediyesi’nin bu yıl ikincisini düzenlediği Uluslararası Heykel Sempozyumu’nun kapanışı var” dediğinde, hemen çantamı topladım, hop allahaısmarladık.
Çok çöl gördüm, çöl sıcağını iyi bilirim. Ankara cuma günü çöl olmuştu ama kimin umurunda, doğru Kızılay’daki sempozyum alanına, doğru heykellere, tam altı heykel kırmızı kurdelelere sarılmış, az sonra hayata katılmayı bekliyor. İşte muhteşem bir an, heykeller sana neler fısıldıyor, hangi hikâyeleri anlatıyorlar?..
İlk Yunanlı sanatçı Yorgus Kaltsidis’nin kendi çevresinde dönen kürelerinin önüne gidiyorum. Kürelerden yere yakın olanın üstünde eller var, ben heykele bakarken, yanıma, heykel sanatçısı Nusret Suman’ın kızı (bu yıl sempozyum Ankara’daki ünlü Hitit Güneşi heykelini yapan bu değerli sanatçımıza adanmış) Sema Suman Dehmer geliyor. Gözleri ışıl ışıl, “Sabahleyin çok erken fotoğraf çekmek için buradaydım” diyor; “Sokakları temizleyen kadın işçiler, gelip bu heykelin önünde durdular ve küredeki ellere kendi elleri uyacak mı diye küreye çocukça bir heyecanla dokundular.Yorgos dokunulacak bir heykel yapmak istemişti, oldu işte”...
Gözucuyla heykele bakıyorum, çevresi kalabalık ama kimse küreye dokunmuyor, belli ki çekiniyorlar, hadi başla Işıl!
O da ne, az ilerde bir Anzak heykeli tüm haşmetiyle meydana bakıyor. Uruguaylı Christian Rey, meydana ülkesinde esen rüzgârlardan serin bir esinti getirmiş. Heykel kendisine bakan çocuklara Anzak masalları anlatıyor, Latin Amerika’nın acılı sömürge tarihinden dem vuruyor ve en çok çocuklarla arkadaşlık etmeye çalışıyor, çünkü İspanyollar Latin Amerika’yı sömürgeleri yaparken, oraların ahalisi birer çocuk saflığındaydılar ve savaşmayı hiç bilmezlerdi.
“Leylâ’dan gelme faslındayım, mevlayı bulma yollarında...” Heykelin adı Leylâ, Sivaslı Deniz Gül çok hüzünlü bir kadın heykeli yapmış, ikinci adı Leylâ olan heykel sanatçısı bu ülkenin ve dünya kadınlarının acılı tarihini Leylâ’nın narin omuzlarına yüklemiş.
Amerikalı sanatçı Carole Turner bana göre tam bir anarşist! Demir parmaklıklar yapmış ve buralara mutlu(!) aileler yerleştirmiş, ne kadar da Türkiyeli bir heykel bu. “Evli, çocuklu ve mutlu(!)” çal kardeşim, çal bu şarkıyı…
Dalgalar arasında ilerleyen narin mi narin bir tekne... İnsanlık sanki bir yerlere kaçıyor, bir tufan mı oldu yoksa bir nükleer patlama mı, ama tekne çok zor durumda, sakin bir liman arıyor ya da ben sakin bir liman arıyorum. Bilinmez ki... Nehri Soylu’nun teknesi bu.
Evet, meydana bir melek düşmüş, pek bir mutsuz. Gökhan Bakır’ın meleği bu. Belli ki uçamıyor, büzülüp kalmış…
Meydandaki heykelleri yeni hikâyelerle baş başa bırakıp, güzel bir sofraya oturuyoruz, yanımda heykel ustası Mehmet Aksoy telefonda Erzincanlı gencecik bir kızla konuşuyor; kızımız heykel öğrencisi, Mehmet Aksoy’un sesini duyduğu için sevincinden ağlıyor.
Of ne güzel, müzelerinde 42 uygarlığın en güzel heykellerinin bulunduğu bu ülkede de heykel artık dokunulabilen bir güzellik oluyor, Kars’ta heykel yıkanlara inat!
Bu arada Mehmet Aksoy’la hemen oracıkta bir proje geliştiriyoruz, proje ne mi, yerim kalmadı, salıya.
Yorum Gönder