Olimpiyatın erdem dersleri - Can Dündar

Olimpiyatın erdem dersleri
Londra Olimpiyatları’nın açılışını izlerken, İngilizlerin gösteri sanatlarındaki dehasına, koreografi ve reji ustalığına bir kez daha şapka çıkardım.
Hayal güçlerine, özgüvenlerine, vefakârlıklarına, mizah duygularına, tarih algılarına da...
İnsanlığa şunu söylediler:
“Tarih boyu size çok şey kattık: Sizi tarım toplumundan, sanayi çağına çıkarttık. Hayallerinizi biz kurduk, şiirlerinizi, masallarınızı biz yazdık. Filmlerimizi izleyip şarkılarımızı dinlediniz. O yüzden hepiniz biraz İngilizsiniz.”
Bu iddialı mesajı öyle sevimli bir görkem içinde sundular ki, ayrı kıtalarda şovu izleyenler rahatsız olmak şöyle dursun, kendilerini anlatılan tarihçenin içinde bulup mutlu oldular.
* * *
Neyinle övünüyorsan, biraz da o’sundur.
İngilizler, tarihti o gece; gelenekti, kültürdü, sanattı, edebiyattı, müzikti, spordu, gençlikti, yenilikti.
Stadın pastoral ortamını 5 dakikada bir endüstri kentine dönüştürerek sanayi devrimini sergileyişleri,
bunu kadın hareketiyle ilişkilendirip Shakespeare’in “Fırtına”sından bir bölümle bezeyişleri,
sosyal devlete, özellikle de çocuk sağlığına verdikleri önemi, ışıklı battaniyelere sarınmış çocuklarla gösterişleri, o sırada Peter Pan’dan, Marry Poppins’e, 101 Dalmaçyalı’dan Harry Potter’a kadar yarattıkları çocuk edebiyatı kahramanlarını sahneye getirişleri, Beatles’tan Queen’e, Pink Floyd’dan Arctic Monkeys’e müzik tarihini sahneleyişleri, “Hey Jude”u insanlığın milli marşı gibi söyletişleri,
Kraliçe’yi James Bond’la klipte oynatıp stada paraşütle inmiş gibi gösterişleri muhteşemdi.
* * *
Bu harikulade gösteriye, ders niteliğinde erdemler serpiştirilmişti:
Mesela, eski madalya sahiplerinden gençlere devredilen bir meşalede sembolize edilen vefa duygusu; geleneğe sadakat, yenilere fırsat...
Mesela, sağır bir davulcuda ya da engelli çocuklar korosunda açığa çıkan toplumsal şefkat...
Mesela, farklılıklarından dövünmeyen, farklılıklarıyla övünen, farklı ırk, cins, uyruktan insanı kucaklayıp içine alabilen, hoşgörülü bir toplumsal hüviyet...
Bu kolektif kimlik duygusu, en çok finalde ortaya çıktı.
Olimpiyat meşalesini kimin getireceği merak edilirken, Simurg efsanesindeki gibi, beklenen şeyin aslında her bir ekibin elinde, herkesin gözü önünde, azar azar stada getirildiği ve finalde meşalenin onların yardımıyla ateşlendiği gösterildi.
“Biz” değil, “siz” mesajı verildi.
Şu ana kadarki en gösterişli açık hava şovu olmasının yanı sıra, içeriğiyle de etkileyiciydi.
* * *
Muhtemel İstanbul Olimpiyatları’nın açılış töreni hayaliyle karşılaştırarak izledim. Ve sordum içimden:
“Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz” anlayışının yerine çoğulcu bir anlayışı koyabilecek miyiz?
“Kökleriyle övünürken kendiyle dalga geçebilen, hatalarıyla hesaplaşabilen, farklılıklarını sahiplenen, sadece gürbüz çocuklarına değil, engellisine de yer açabilen, maharetli, merhametli bir kitleyiz. İşte şarkılarımız, yazarlarımız, birikimimiz. İşte gençlerin sesine kulak veren, komplekssiz yöneticilerimiz” diyebilecek miyiz?
Olimpiyatları alırsak mı bu olgunluğa ulaşacağız?
Yoksa bu olgunluğa ulaşınca mı olimpiyatları alacağız?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget