Laiklik, 1871 yılında Fransız pedagogu ve Nobel Barış Ödülü sahibi Ferdinand Buisson’un ortaya attığı bir kavramdır. Din ve devletin ayrışması olarak anlaşılan laiklik, 1905 yılında dönemin milletvekillerinden ve daha sonra başbakan olan Aristide Briand’ın çabalarıyla yasalaşmış, 1946 yılında da bir madde olarak anayasaya girmiş, Fransa kendini bir “laik cumhuriyet” olarak ilan etmiştir.
Devletin laik niteliğinin anayasalarında yer aldığı ülkeler şunlardır: Arnavutluk, Ekvador, Fransa, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Meksika, KKTC, Küba, Çin Halk Cumhuriyeti, Bosna-Hersek, Portekiz, Çek Cumhuriyeti ve Uruguay. Anayasalarında yer almamasına karşın Afrika, Kuzey, Orta ve Güney Amerika ile Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunda din ve devlet işleri uygulamada birbirinden ayrılmıştır.
Türkiye’de ise laiklik ilk kez 1924 Anayasası’nın 2. maddesinde, daha sonra da 1961 ve 1982 anayasalarında yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”. Ülkemiz, Fransa’dan sonra laikliği ilk benimseyen ve uygulayan ülkelerden biridir.
***
Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı kanunla TC Başbakanlığı’na bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. Görevi, “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmektir”. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında etnisite olarak “Türklük”, dini inanç olarak da “Sünni-Hanefi Müslümanlık” temel alındığından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev kapsamına Katoliklik, Protestanlık, Ortodoksluk, Süryanilik, Keldanilik, Nasturilik, Yezidilik gibi din, mezhep ve inançların yanı sıra Alevilik de alınmamıştır.
Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı tüm inançlardan yurttaşlarımızın ödediği vergilerle ayakta duran bir kurumdur. 2012 yılı bütçesi geçen yıla göre yüzde 22.4’lük bir artışla 3.891.000 TL’ye (eski değerle 3 katrilyon 892 trilyon) yükselmiştir. Bu, ülke bütçesinden yüzde 1.1’lik bir pay almak anlamına gelmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin çok büyük bir bölümünü Sünni-Hanefi Müslümanlık dışında kalan yurttaşlarımız ödemekte, fakat karşılığında hiçbir hizmet almamaktadırlar. Bu, adaletsiz bir durumdur. Devlet, bu adaletsiz uygulamadan vazgeçmeli, her inanç kendi diyanet işleri kurumunu kurabilmeli ve inanç sahipleri birçok uygar ülkede uygulandığı gibi gelir ve ücret vergilerinden kesilecek bir payı Maliye Bakanlığı aracılığıyla kendi inancına hizmet veren kuruma ödemelidir. İnançsızlar ise bu verginin dışında tutulmalıdır.
Bir ülkedeki din ve vicdan özgürlüğünün temellerinden biri de bu uygulamadır.
***
Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı kendinde Sünni-Hanefi Müslümanlık dışındaki inançlara “fetva vermek” gibi üzerine elzem olmayan işlere de karışmak hakkını görmektedir. Örneğin, kendi aralarındaki tartışmalara “müdahil” olmakta, kendisinden talep edilmediği halde ileri geri yorumlarda bulunmaktadır. Alevilik İslamın içinde mi, yoksa dışında mıdır, bunu bilecek olanlar Alevilerin kendisidir. Hem milyonlarca Alevi yurttaşımızın ibadethane olarak kabul ettiği cemevlerini yok sayacaksın, aynı konuda da yorumda bulunacaksın! Bu etik dışı bir davranış olduğu kadar bilinçli bir inanç ayrılıkçılığıdır.
Din ve vicdan özgürlüğü inanç seçme/benimseme veya bir inançtan ayrılma özgürlüğünü de içeren temel haklar arasındadır. Bu temel hak bireye bir inançtan ayrılmak veya bir inancı seçmek/benimsemek hakkını güvence altına alır. Türkiye’de bireyler ille de Sünni-Hanefi Müslüman olmak zorunda değildir; bilinen inançlar dışında Zerdüşt, Budist, Konfüçyusçu veya ateist de olabilirler. Laik olmak iddiasındaki bir devlet, yurttaşlarının inançları ya da inançsızlıkları karşısında eşit mesafede durmak, onlara eşit davranmak zorundadır. Ne var ki bu çağdaş-evrensel kural Türkiye’de işlememektedir. Bunun son örneği Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yorumuna dayanarak verdiği, “cami ve mescit dışındaki yerlerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı” yönündeki kararıdır. Bu karar, Aleviliği yok saymakla eşit bir karardır, bir insan hakları ihlalidir, vicdan özgürlüğüne vurulan bir darbedir. Hâlâ bu ülkenin “laik” olduğunu iddia edenlere soruyoruz: “Bu mudur sizin laikliğiniz?”
Yorum Gönder