Atıklar ülkesi veya tampon ülke. Veya süspansiyon ülke...
Irak istilası öncesinde, jeopolitik açıdan ‘eksen ülke’ veya ‘jeopolitik rolü olan ülke’ gibi, saygınlık ifade eden sıfatlarla anılan Türkiye, çevresindeki dindaşı komşularının hemen tümüyle düşman hale getirildiği bugün artık sadece ‘tampon ülke’ olarak anılıyor.
Bunun açık anlamı, hizmetçi ülke. Özellikle Müslüman öldürmeye adam lazım olduğunda hizmeti çok aranan ülke…
Son çeyrek yüzyıldır sergilediğimiz beceriksizlikler hem ABD ile aramızı berbat etti hem de Kuzey Irak’ta başımıza büyük dertler açtı.
Şimdi durum şu: AB bizi içine almıyor ama kapısının önünde bekletmekten de asla vazgeçmiyor. Çünkü coğrafyamızın yarattığı jeopolitik değerlerle, tarihimizin kazandırdığı deneyimler işine yarayacak nitelikte. Ayrıca çok büyük bir pazarız. Batı bu değerlerden vazgeçemiyor ama 80 milyon nüfuslu, bir milyon kilometrekarelik Türkiye’ye de tahammülü yok. Ufalmamızı, küçülmemizi bekliyor.
Biz; Batı’nın, öncelikle birtakım teknolojik atıkları için bir ‘atıklar bölgesi’ olarak hizmet veriyoruz. Batı, işi bitmiş neyi varsa ya bize satıyor ya da topraklarımıza, sularımıza atıyor.
Atıklar ülkesi olmayı âdeta kader haline getirmişiz. Kendi sanayi atıklarımızı bile imha etmiyoruz. Atık ve Artıkları Arıtma, Yakma ve Değerlendirme Tesisi kurulmuş ama bu tesisin kapısını çalan pek yok. Gazeteler bu tesisin çok düşük bir kapasite ile çalışmakta olduğunu, çünkü sanayi kuruluşlarının atıkları arıtma yönüne gitmek istemediğini sürekli yazmakta.
Atıklar ülkesi olarak seçilişimiz, 1946’dan itibaren ABD ile yaptığımız antlaşmalarda açıkça görülüyor. ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda harp alanlarında kalmış çöpe atılası nesi varsa, 10 milyon dolar borç karşılığı bizim ülkemize attı. Bizim ‘ağzı açık eblehler’ buna ‘yardım’ diyorlardı. Her ne hikmetse, Batı’nın bize verdiği tüm borçların bizim dilimizdeki adı hep ‘yardım’ olmuştur!
Sosyolojik atıklar için de biçilmiş bir kaftanız. Yıllardan beri birçok strateji, ideoloji toprağımızda, insanımızın canı pahasına denendi.
ABD (ve kısmen AB) şimdi de, NATO ve BOP aracılığı ile Türkiye’yi terör atıkları için bir coğrafyaya dönüştürmek istiyor. Bunun bir anlamı da, bir zamanlar, ‘Yeşil Kuşak İslamı’ ile Demir Perde’ye karşı kullanılan Türkiye’nin şimdilerde, ‘Ilımlı İslam’ teranesiyle Müslüman ülkelere karşı kullanılması...
Şu kadere bakın! “Oylar ve para Müslümandan, hizmet bize” demeye getiriyorlar.
BÖYLE BİR NAMUSSUZLUK GÖRÜLMÜŞ MÜDÜR?
AB; İran veya Irak’la, Suriye ile komşu olmak istemiyor. Bunun için de Türkiye’yi kendi ülkelerinden biri yapmak işine gelmiyor. ‘Tu kaka’ ülkelerle arasında bir tampon coğrafya, bir süspansiyon ülke lazım. O Türkiye olacak. Güvenli bir tampon. Çünkü Atatürk imkânlarıyla donanmış.
Atatürk ışığı, Türkiye’yi AB için güvenli tampon yapmada çok makbul ama Türkiye’nin ‘muasır medeniyet seviyesinin üstüne’ çıkmasında motor güç olunca sakıncalı. Vay namussuzlar vay!
Onlara göre, Türkiye, Atatürk’ü, Batı’nın işine ve hizmetine yarayacak kadar kullanmalı ama Batı’nın vesayet ve hegemonyasından kurtulacak oranda asla kullanmamalı. Tampon Türkiye, İslam’ı ve Atatürk’ü ılımlı kullanmalı. Yani bunlar birbiriyle ne kaynaşmalı ne de birbirinden tamamen kopmalı. Türkiye ne onmalı ne de ölmeli, sürünerek yaşamalı.
Din devleti Vatikan’ın ikincil patronlarından biri, AB’nin kulağına şunu üflüyor: “Türkiye, Arapların yanına gitsin; yeri orası, bizim yanımız değil...”
Gitsin de nasıl gitsin, beyefendi? Çevremizde bir tane İslam ülkesi dostumuz kalmadı. Bizi Müslümanların üstüne süre süre hepsini bize düşman ettiniz.

Yorum Gönder