Kur’an, ‘efendilere kul olmuşlar’ın, son hesap günündeki hüsranını, bu dinin mensuplarının ağzından önümüze koyuyor:
“Derler ki, ‘Rabbimiz! Biz, efendilerimize/mallara ve kitlelere egemen olan güçlere/ karanlık adına egemenlik kuranlara/yılan, akrep, kurt, arslan gibi korku salanlara/kalp karanlığını temsil edenlere ve ekip başlarımıza/kodamanlarımıza/putlaştırdığımız kişile-re itaat ettik de onlar bizi yoldan saptırdılar! Rabbimiz, onlara iki kat azap ver; onları büyük bir lanet ile lanetle!" (Ahzâb, 67-68)
Kur’an’ın cenneti, tek imza ile girilen bir cennettir. Efendiler dininin cenneti ise birkaç imzalı bir cennettir. Kur’an, bu birkaç imzalı sanal şirk cennetine ümit bağlayanların hüsranını birçok ayetinde tanıtarak tevhit mensuplarını uyarmıştır. İşte bir örnek:
“Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'nun yanında birilerini daha veliler edine-rek, ‘Biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz’ diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir.” (Zümer, 3)
Kutsal ilan edilmiş tarikat şefleri, İslam öncesi şirk ilahlarının şekil ve isim değiştirip İslamî motiflerle süslenmiş yeni görünümleri oldular. Adları Lât, Menat, Hübel vs. olmadı, efendiler, üstatlar, ermişler, şefaatçılar, aracılar, erdiriciler vs. oldu ama işlevleri şirk ilahlarınınkilerle aynıydı: “Allah’a yaklaştırıcılar, Allah katındaki şefaatçılar.” (Zümer, 3; Yunus, 18)
RİVAYET DUVARLARI
Kur’an’la aramızda en büyük engel, efendiler dininin dayanakları olan rivayet duvarlarıdır. Bu duvarlar, Peygamber’in döneminde toplamı beş yüzü geçmeyen hadislerin sayısını Peygamber’in ölümünden sonra bir milyona çıkarmıştır. Hurafenin, akıl ve Kur’andışılığın en büyük kaynağı bu rivayetlerdir. Bunların çoğu Yahudi-Hristiyan kültürün mitolojik söylemleridir. Bunlara İsrailiyat denir.
İbn Hanbel (ölm. 241/855) diyor ki şu üç şeyin aslı yoktur: “Rivayet tefsiri, savaş hikâyeleri, kıyametle ilgili yorumlar.” İbn Hanbel’in bu sözlerini nakleden Mısırlı müfessir Muhammed Abduh (ölm.1905) şunu ekliyor: “Rivayete dayanan tefsirler Kur’an’la bizim aramızda bir perdedir.”
Tefsir tarihinin anıt isimlerinden biri olan Fahreddin Razı (ölm. 606/1209) bile şunu söylemek ihtiyacını duymuştur: “Hayatımız boyunca yararlandığımız ilim, ‘şöyle dendi’ veya ‘şöyle dediler’ laflarında toplananlar dışında bir şey olmadı.” (Abduh, Tefsiru’l-Menâr, 1/8-10)
TANRI’YA DA SİTEM EDİLİR
Yaratıcı benliğe bu sitem hakkını bizzat Tanrı vermektedir. Tanrı’ya sitem etme hakkı verilmeyenler, tarihin ve zamanın dolgu maddesi olarak kullandığı kadavra benliklerdir.
Ulülazm (yaratıcı eylemlerin sahibi) ruh, Tanrı’ya da sitem edebilir. Bunun böyle olduğunu zaman üstü kitap, ulülazm bir peygamber’e, Hz. Musa’ya yaptırarak örneklendiriyor. Tarihin
en büyük oluş ve eriş yüklerinden birini sırtlayan Hz. Musa, çektiği çilelerin beklediği zamanda sonuç vermemesinden doğan hüzün ve sitemini şöyle ifadeye koyuyor:
“Musa şöyle dedi: ‘Rabbimiz! Sen, Firavun ve kodamanlarına şu iğreti hayatta debdebe verdin, mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür, kalplerini şiddetle sık ki, acıklı azabı görünceye kadar inanmasınlar!’ Allah cevap verdi: ‘İkinizin duası kabul edildi. Doğruluktan şaşmayın! İlimden nasipsizlerin yolunu izlemeyin!” (Kur’an, 10/88-89)
Evet, tarihi yapan büyük ruhlar, tarihin de hayatın da sahibi olan Yaratıcı’ya bile böyle sitem edebilirler ve o sitemleri öfkeye değil, takdir ve tebrike vesile olur.
Yaratıcı karşısında niyazın hakkını verenler, yaratıcı karşısında naz da yapabilirler. Niyazın hakkını vermeyenlerin Yaratıcı’ya sitemi küfür, niyazın hakkını verenlerinki eriştir.
Yorum Gönder