AKP iktidarının 19 Mayıs’ın başkent dışındaki stadyum ve meydanlarda kutlanmasını yasaklaması üzerine, 14 Ocak 2012 tarihli “19 Mayıs’tan başlamak” başlıklı yazımda “Millî kimliği zayıflatmaya çalışmak, yerine başka kimlik yerleştirmeye çalışmak, bugünkü dünyada, toplu intihar demektir. Türkiye’nin bu sıkıntılarının temelinde, kuruluş felsefesinden sapmalar vardır. Atatürk’ün kuruluş felsefesine, 19 Mayıs ruhuna, 23 Nisan ruhuna, 30 Ağustos ruhuna, 29 Ekim ruhuna, bilhassa millî ve dinî idealleri savunduğunu söyleyenler sahip çıkmalıdır. Çünkü Atatürk, 19 Mayıs’ta çıktığı yolun sonunda milletin namus ve şerefini kurtarmıştır. Şimdi o 19 Mayıs’ı yıkmak; milletin namus ve şerefi ile oynamaktır” ifadelerini kullanmıştım.
***
Aslında bu ifadeleri, 1997 yılında, 28 Şubat süreci sırasında Sağduyu gazetesinde “yeşil sarmaye”ye hitaben yazmıştım.. O süreçte bu tutumu sergilememin sebebi, “yeşil sermaye” denilerek Anadolu sermayesinin, İstanbul sermayesi tarafından saf dışı edilmek istenmesi idi. O günlerde basında bu konuya dikkat çeken başka bir gazeteci yoktu. Esasen Anadolu sermayesi yeşil renkli de olsa milliydi, halkın sermayesi idi. İstanbul sermayesi ise Batı ile eklemlenmiş bir sermayedir. Dolayısıyla 28 Şubat’ın asıl sebeplerinden biri büyüyen ve güçlenen Anadolu sermayesinin tasfiye edilmek istenmesiydi.
***
Tayyip Erdoğan ise AKP Gençlik Kolları kongresinde “Bu salondaki gençlik Türkiye’nin ta kendisidir. Bu salondaki gençlik, kökü mazide olan, gözü istikbalde gençliktir. İşte bu gençlik 23 Nisan 1920 ruhunu çok, ama çok iyi bilen bir gençliktir. Bu gençlik Kurtuluş Savaşı ruhunu, 29 Ekim ruhunu çok iyi bilen bir gençliktir. Burada bu salondaki gençlik 19 Mayıs’ı bilen, 19 Mayıs ruhunu misyonunu taşıyan bir gençliktir. Hiç kimse bize, bu gençliğe 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim dersi vermeye kalkışmasın. Türkiye’nin tapusu belli kesimlerin, belli zümrelerin, elitlerin, seçkinlerin elinde değil. 75 milyonun elindedir, 75 milyonun yüreğindedir.” diye konuştu.
Siz benim yerimde olsanız, bu ifadeleri nasıl algılarsınız? Herhalde metin yazarından, milli motifler taşıyan bir konuşma metni istenmiş o da “19 Mayıs ruhuna, 23 Nisan ruhuna, 30 Ağustos ruhuna, 29 Ekim ruhuna, bilhassa millî ve dinî idealleri savunduğunu söyleyenler sahip çıkmalıdır” eleştirisi aklının bir köşesinde kalmış olsa gerek ki aynı ifadeleri kullanmış diye düşünmez misiniz?
Her neyse, Tayyip Erdoğan’ın 23 Nisan, 19 Mayıs ve 29 Ekim ruhuna sahip çıkmak zorunda kalması önemlidir. En azından gençlerin karşısında milli ruh çağırma seansı düzenlemek zorunda kalmıştır..
Fakat Erdoğan, “Artık biz ülkemizde garip değiliz, artık bu ülkede biz parya değiliz. Burası bizim öz yurdumuz, bizim ülkemiz, memleketimiz, 75 milyon bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz. Mesele bu. 75 milyon, her birimiz eşit derecede bu ülkenin bugününde yarınında söz sahibiyiz. Hiç kimsenin diğerine üstünlüğü yoktur ve olamaz. Hiç kimsenin ne doğuştan ne sonradan kazandığı ayrıcalığı yoktur ve olamaz. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Abhaza, Ermeni, Rum, Gürcü, Roman, hepsi, ama hepsi bu ay yıldızlı bayrağın altında, bu vatan toprağının üzerinde birdir, birinci sınıf vatandaştır. Biz kimsenin dinine, inancına, etnik kökenine, diline, mezhebine göre muamele etmeyiz” derken, bahsettiği bu milli ruha aykırı konuştuğunun bilincinde değil midir? Bahsettiği o milli ruhun temeli, “Ne mutlu Türküm diyene” felsefesi değil midir?
Referans verdiği Atatürk, “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denilir” dememiş miydi?
Burada etnik kökenlerimizden değil, milliyetimizden bahsediyoruz!
***
Tayyip Erdoğan, bunca etnik grubun, Selçuklu’nun da Osmanlı’nın da kurucusu olan Türk Milleti’nin adı ve milli devlet anlayışıyla ortak hedeflere yöneltilmiş olmasını neden hazmedemiyor?
Kendisini parya gibi hissetmesinin asıl sebebi, milliyet olarak Türklüğü bir türlü benimseyememiş olması mıdır yoksa?
Yorum Gönder