Başbakan’ın tiyatroculara öfkesi bir türlü dinmek bilmiyor. Son günlerde yaptığı konuşmalarda, konu ne olursa olsun, sözü mutlaka tiyatroculara getirip onları suçluyor. Onun gözünde tiyatrocular suçlu, çünkü İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından planlanan tepeden inmeciliğe karşı çıkmışlar, seslerini yükseltmişler.
Başbakan AKP’li bir belediye başkanının aldığı kararın eleştirilmesini içine sindiremiyor. Davranışları ve sözleriyle bir karşılıklı görüşmenin, tartışmanın kapılarını kapatıyor. Bununla da yetinmeyip bir adım daha atıyor, Türkiye’deki tüm şehir tiyatrolarıyla birlikte devlet tiyatrolarını da özelleştireceklerini söylüyor.
Gerekçeler ileri sürüyor; “Bir yandan devletten maaş alırken öte yandan dizilerde oynayıp rant elde ediyorlar”, “Bunlar ellerinde içki kadehleri, bir kaşları kalkık, halkı küçümseyen elitistlerdir” diyor. Sonra da “Dünyanın hiçbir ülkesinde devlet tiyatro işletmez” diye ekliyor.
Son gerekçenin gerçeklerle örtüşmediğini, dünyanın birçok ülkesinde devletin tiyatro açıp işlettiğini geçen yazımızda somut örneklerle göstermiştik.
***
Başbakan’ın öfkesinin kaynağı nedir? Bu soruya bir yanıt aramak gerekiyor. Konuyu Hıncal Uluç da ele almıştı. Okuyalım: “Her şey, İskender Pala nam zatın ‘Şehir Tiyatroları müstehcen oyunlar sergiliyor’ iddiası ile başladı… ‘Müstehcen’ dediği oyunun adı müstehcendi gerçekten… ‘Günlük Müstehcen Sırlar…’ Oyun Şili’de askeri darbe yaparak yasal seçimlerle gelmiş iktidarı deviren Pinochet cuntasının eleştirisini yapıyordu… 15 yıl sonra, iki Şilili bu cuntayı cezalandırmaya karar verip yola çıkmışlar ve birbirlerinden habersiz bir parkta karşılaşmışlardı. Oyun nerden baksanız, Türkiye’nin bugünkü durumu ile de paralel bir durumu anlatıyordu üstelik… Pala, oyunu görmemişti bile… ‘Ama okumam var’ diye saldırıyı sürdürdü. Ardından ‘muhafazakâr sanat’ söylemini ortaya attı. Sanatın muhafazakâr olması, olsa, sanat olması mümkün müydü? (…)
İskender Pala, Türk halk edebiyatının dünyaca ünlü efsanesi Leyla ile Mecnun’u oyunlaştırmıştı. Şehir Tiyatroları oyunu repertuvara aldı. Oyun 105 kişilik akıllara seza bir kadro ve 1.5 trilyonluk bir bütçe ile sahnelendi. İstanbul Belediyesi bu oyun için tarihinde olmayan bir duyuru kampanyası açtı. Yüzlerce duvar afişi astı.. Bütün üst geçitler ‘Leyla ile Mecnun’la donatıldı... Yer yerinden oynatıldı. Sonuç fiyasko… (…)
Neden fiyasko? Gittim, gördüm ve yazdım da o zaman… Oyun felaketti çünkü…O muhteşem halk destanı bir felakete dönüştürülmüştü… Hezimetten sonra ortalardan kaybolan Pala, bu sezon başlarken, Şehir Tiyatroları’na bir oyununu daha önermiş. Sanatçılardan kurulu tiyatro yönetimi bu kez ‘Olur’ dememiş… İşte olan bu…”
***
Evet, olay budur! Bir muhafazakâr yazar, oyunu repertuvara alınmadı diye kızıp, gidip görmediği bir oyunu “müstehcenlik” savıyla eleştiriyor; “muhafazakârlık” adına çaktırılan bu kıvılcım da koskoca bir ormanı tutuşturuyor.
İstanbul Şehir Tiyatrosu 1914 yılında “Darülbedayi Osmani” (Osmanlı Güzellikler Evi) adıyla kurulmuş, ilk oyununu 1915’te Şehzadebaşı’nda bulunan Letafet Apartmanı’ndaki Tatbikat Sahnesi’nde sergilemiştir. Bugünkü adını 1934 yılında almıştır.
Bünyesinde 11 sahne bulunmaktadır: Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, Ümraniye Sahnesi, Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi, Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Fatih Reşat Nuri Sahnesi, Kâğıthane Sadabat Sahnesi, Kâğıthane Küçük Kemal Çocuk Sahnesi, Gaziosmanpaşa Sahnesi, Gaziosmanpaşa Ferih Egemen Çocuk Sahnesi.
2011 yılı içinde bu sahnelere ilişkin satılan koltuk sayısı 600.000’dir.
İstanbul’da yakılmak istenen orman işte bu kent kültürünün oluşmasında önemli bir rol oynayan köklü sanat kurumudur.
Yarın da devlet tiyatrolarından söz edeceğiz.
Yorum Gönder