Türkiye, Amerika’nın Jandarması Olmayacaktır… - Ali Eralp

İşçi Partisi‘ne, Aydınlık’a, Ulusal Kanal’a yapılanlar faşist saldırıdır.
Baskındır.
Devlet terörüdür.
Bu kuruluşların yaşam hakkının elinden alınmasıdır.
Bir siyasal partinin nasıl ve kimler tarafından aranılacağı yasada belirtilmiştir. Bunların dışında bir takım emirlerle, talimatlarla parti aramak kanunsuzluktur.
AKP, kendisine muhalif olan ne varsa, kim varsa hedefe yatırmaktadır ve kendisine bağladığı yargı aracılığı ile şiddet uygulamaktadır.
İşçi Partisi‘nin görüşlerine, politik çizgisine katılırız ya da katılmayız, o ayrı bir konu. Ama ona yapılan bu saldırıya “demokratım, özgürlükçüyüm, insan haklarından yanayım” diyen herkesin karşı çıkması gerekir.
Çünkü bu saldırı hepimize yapılmıştır. Kimse bu koşullarda “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyemez.” Çünkü yılan ejderha olma yolundadır. Bu yasa dışı uygulamalara “dur” denilmediği sürece sıranın kime geleceği, ejderhanın kimi yutacağı de belli değildir.
Peki, baskınların gerekçesi nedir? Tutanakta, “Tayyip Erdoğan, Mehmet Al Talat, Melih Gökçek, Burhan Kuzu ve bazı üst düzey yöneticilere ait olan ses kayıtlarının açıklanması…” olarak belirtilmektedir.
Böyle bir gerekçe olabilir mi? Bu ses kayıtları ortaya çıktığı günden beri binlerce internet sitesinde dolaşmıştır. Halen dolaşmaya devam etmektedir.
Öyleyse… Öyleyse asıl neden başkadır. Peki, asıl neden nedir?
Asıl neden, AKP’nin Suriye politikasının bir ABD politikası olduğu, bir BOP politikası olduğu gerçeğinin bu kuruluşlar tarafından ortaya çıkarılması, deşifre edilmesidir. AKP, komşumuz Suriye’nin parçalanmasına engel olanları engellemeye çalışmaktadır.
Şu anda AKP hem içeriden hem dışarıdan sıkıştırılmış durumdadır. ABD, bir an önce savaşı başlatmak, Türk askerini Suriye’ye göndermek için çaba göstermekte, diyetinin karşılığını istemektedir. Atatürk ’ün “Mazlum milletler” dış politikasını izleyen ulusalcı güçler ise bu yanlış politikaya şiddetle karşı çıkmaktadır.
İşte bu nedenle Recep Tayyip, çalgılı çengili, şarkılı türkülü yardım gezileri düzenleyip, sadaka ihracatı yaparak , dikkatleri başka yöne çekmeye çalışmaktadır. Bir yandan da Suriye’ye müdahale koşullarını oluşturmak için mücadele vermektedir.
İktidarını devam ettirebilmek uğruna AKP, önümüzdeki aylarda giderek, faşist saldırılarını daha da yoğunlaştıracaktır.
Ama bu ülke, bu insanlar böyle çok zulüm dönemleri gördü. Çok zulüm dönemleri yaşadı. Nice Abdülhamit’ler, Menderes’ler, Evren’ler gelip geçti.

Vatan cepheleri kurdular. Meydanlarda kitap yaktılar. Saçı ak profesörlere hapishane avlularında buz kırdırdılar. Sivas’ta aydınlarımızı katlettiler. Karakollarda Aziz Nesin’lere sövdüler. Sövenler, sayanlar gitti. Cumhuriyet kaldı geride. Atatürk kaldı. Ay yıldızlı bayrak kaldı…

Korku imparatorluğu, baskı, zulüm şimdiye dek kimseye “hayır” getirmedi. Basınla, insanla, halkla uğraşanlar, yetim hakkı yiyenler, insanları aç sefil bırakanlar huzur yüzü görmediler. Yataklarında rahat uyuyamadılar.
Gerçek olan bir şey varsa o da şudur: Diktatörler korkaktırlar. Kendi gölgelerinden bile korkarlar. Tedirgindirler. Yalan söylerler. Hem de su içer gibi yalan söylerler. Olayları ve gerçekleri çarpıtırlar. Düşmanla işbirliği yapmaktan asla çekinmezler.
Korku imparatorluğu kurarlar.
İşçiden korkarlar, köylüden korkarlar, subaydan, öğretmenden, öğrenciden korkarlar.
Ama işin sonunun nereye varacağını, nelerle karşılaşacaklarını hiç ama hiç hesap etmezler.
Gözlerini hırs bürümüştür çünkü onların. Zenginlik, sultanlık, padişahlık bürümüştür. Durmadan “Hep bana, Rab bana” derler, zulmederler…
Atalarımız zorba sultanlara “Zulmün artsın padişahım ki tez yıkılasın” diye boşuna söylememiştir. Çünkü zalimler köşeye sıkıştıkça, çaresizlik bataklığında çırpındıkça bir kat daha zalimleşirler. Zulümleri daha da artar. Zulmü artanların sonu tez gelir…
Baskı, zulüm uygulayarak, insanları dört duvar arasına atarak, yetim hakkı yiyerek, yığınları aç, sefil bırakarak hiçbir iktidarın şimdiye dek ayakta kaldığı, saltanatını sürdürdüğü görülmemiştir. Karanlığın temsilcileri tüm çabalarına karşın tarih çarkını geriye çevirememişlerdir.
Bakın, bu konuda Ahmet Taner Kışlalı ne diyor:
“Mussolini de bacağından asılarak noktaladığı yoluna, sol yumruğunu göstererek başlayanlardandı.“faşizm”i kurdu.
Önce düzene tepki duyan kitleleri peşine taktı. Oyların üçte birini topladı. Güzel bir seçim sistemi sayesinde, üçte bir oyla meclisteki sandalyelerin üçte ikisini ele geçirdi.
Ve sonunda, o üçte ikilik çoğunluğa dayanarak, anayasayı değiştirdi. Diğer partileri kapattı. Tarihin karanlık bir dönemine damgasını vuracak olan
Her şey yasalara uygundu. Seçimler de, anayasa değişikliği de, yeni çıkardığı yasalar da…
Her şey kitabına uygundu, yasaldı, ama meşru değildi…”
Benzerliği fark ettiniz mi?
Sözü uzatmadan söyleyelim şimdi: Türkiye Amerika’nın jandarması olmayacaktır…

ALİ ERALP
İLK KURŞUN

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget