Süreç ve Bahri Savcı’nın Mirası - Nilgün Cerrahoğlu

Hukuk devleti, insan hakları, demokrasi, laiklik üzerinde yazıları, eserleri ile bilinen ve 1961 Anayasası mimarlarından olan parlak siyaset bilimci Prof. Bahri Savcı ile geçmişten bugüne uzanan bir söyleşi yapmış gibi oldum…
TC’nin ve Türk adının silinmesi gibi akıl almaz bahislerin gündeme getirildiği bir dönemde, kamuoyu tepkisinin cılızlığından şikâyet eden yazılarıma Ümit Sarıaslan; “Ne çekiyorsak bu yüzden çekiyoruz” diyerek şu satırları göndermiş: Okur hakkı’ adına… Bahri Savcı’dan konuya ilişkin çok yaşamsal kimi kritik notlar iletiyorum. Dünden güncele (sürece), günden yarına hiç yorumsuz...”
1997’de yitirdiğimiz bu sıra dışı bilim insanının zihin açıcı, yol gösterici çözümlemeleri için okurum Sarıaslan; “Kamuoyu’ deyince çağının kan dolaşımını en iyi özümsemiş ve anlatmış, öğretmenler öğretmeni Bahri Savcı’yı anımsamak gerekli” diyor ve ekliyor:
“Altmışlı yıllarda yazdığı bir dizi gazete yazısı ve makalede aynı ‘sorun’u adlandırışından, tarihsel-toplumsal boyutlarını çizmeye kadar uyarı ve saptamalarıyla hâlâ günceldir, geçerlidir söyledikleri. Her şeyden önce olaylara bakış açısı, yöntemiyle örnektir, önemlidir.”
Prof. Savcı, yarım yüzyıl öncesinin “Demirel Türkiyesi”nin röntgenini çekerken; günümüze ayna tutmuş! Savcı’nın saptamalarındaki bu müthiş uzun soluklu isabete siz de şaşıracaksınız. Sözü fazla uzatmadan, Savcı ve bu düşündürücü yalınlığı, derinliği yakalayan sevgili okurumuz Sarıaslan’a bırakıyorum: ‘Menfaat karşısında duruş yok’
“Kapalı kültür ve onun tabii ürünü olan kapalı aile, kapalı ekonomi tarzı hâkim oldukça, Türkiye’nin problemlerini çözmeye ve onu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaya maddi imkân olmayacaktır.” Bu açmazdan çıkışın anahtarı ise çoğulcu özgürlükçülüktür (plüralist hürriyetçilik). “Ama bu plüralist hürriyetçiliğin de bir sınırı olabilir. Lakin bu sınırı herkes kendi mizacına göre tayin edemez. Bu tehlikeli bir yol olur. Mizaçlarımız, henüz kapalı kültür hayatından gelen gelişmemişlik gelenekleri içinde, plüralist hürriyetçi telakkilerin değil; korkulardan, kuşkulardan, güvensizliklerden, peşin yargılardan gelen dar ölçülere esirlik safhasını atlatamamıştır. Bu sebeple kapalı kültür hayatının ve münasebet tarzının sahibi ve hâkimi olan menfaat mihraklarının karşısına bilgi ile medeni cesaretle çıkma alışkanlığını kazanamamıştır. Bu yüzden de objektiviteyi yakalama şansı azdır.”
‘Biçimsel demokrasinin oy avcılığı’
Bu yüzden de diyor (zamanın iktidarına göndermeyle), “Bu iktidar Türkiye’yi sahip olduğu ‘açık rejim’, ‘açık siyasal ortam’dan koparıp bir çağdaşlığa kapalı rejim, bir hürriyetsiz tek yönlü ortam durumuna getirmek istiyor. Böyle bir kapalı rejim ortamında, uyanmamış büyük kitleleri, günlük basit iktisadi menfaatlarla, metafizik tatminlerle avutarak ondan ‘biçimsel demokrasi’nin ‘oy’unu almak elverişliliği olacağı için...”
‘Yarının şuuruna varamamak’Onun içindir ki, “Mevcut iktidar siyasal kaderini hürriyet içinde ileri sürülecek uyarma unsurları ile şuurlanmış bir ülke şartları üzerine değil; bugününün ve yarınının şuuruna varamamış bir halkın irrasyonel tercihlerine yüzeyden bir tatmin getirme kolaylığına dayatmıştır. O gücünü, irrasyonel dilekleri tatmin edilecek halk yığınlarının sayı üstünlüğünden almayı tercih etmiştir”. Sonra, bu politik al-ver’in nasıl kurulup, kurumsallaştığına değindikten sonraki şu sözleri:
Nitekim siyasal iktidar, “AP, gücünü, uyanmamış halk kitlelerini bir oy deposu halinde kullanan burjuva heveslisi, feodalite, toprak ağalığı artığı; Amerika’ya ‘açık pazar, ileri karakol’ olma politikası savunucusu liberal, antilaik, elit düşmanı çevrelerin, pek gizli bilinçle hareket eden zümre menfaatları gruplarının çıkarlarına göre saptamakta, uygulamaktadır”.
Ardı sıra, 1961 Anayasası’nın çoğulcu ve özgürlükçü işleyişinin bu kör “yol”u tıkadığını, bu yüzdendir ki iktidarın mevcut “anayasa gerçeği”ni anlamamakta (!) direndiğine vurguyla şunları yazar. ‘Topluma egemen olmak kuralı’
Anayasanın uyaran ve yol gösteren içeriğine sırtını dönerek, demokrasi sapmalarının da yolunu açan iktidar, der; “Herhangi bir yol ile oy sandığına egemen olma ve bu yol ile topluma egemen olmaktan başka kural tanımıyor. Oysa bu pek ilkel bir demokrasi anlayışıdır. Bu yol, demokrasiyi sosyal ve etik temellerinden yoksun kılarak, ancak bir oligarşi sultasına imkân verir” (Bahri Savcı, Hürriyetler Üzerine Düşünceler, Yargıçoğlu Matbaası, Ankara 1968).


***

Türkiye bu satırların yazıldığı ’68’den bu yana, siyaseten, açık biçimde; daha da gerilere gitmiş...
Savcı, o dönemde bir “oligarşi sultası” tehlikesinden söz ediyor.
Günümüzde tehlike artık oligarşiyi geçmiş, düpedüz bir “tek adam sultası” tehdidine dönüşmüştür.
Savcı gibi “hürriyetler” üzerinde o dönemde kafa yoran, kalem oynatan aydınlarımız varmış...
Bugün “özgürlükler” gündemimizden hepten çıkmış durumda.
Varsa yoksa “türbana özgürlük!”
Yarım yüzyıldaki bu müthiş gerileme, yürek burkuyor.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget