“Türk ulusu”, “Türk vatandaşı” ve
“Türk” kavramlarını terk edersek başında “Türk” sıfatının yer aldığı
resmi kurum ve kuruluşlarımızın isimlerinin değiştirilmesi taleplerinin
de gündeme getirilmesi ihtimalini yok sayabilir miyiz?
1993 yılının Nisan ve Eylül aylarında bir heyetin başkanı olarak Kuzey Irak’a gittim. Mesud Barzani ve Celal Talabani ile
de ayrı ayrı görüştüm. Görüşmelerimizde her ikisi de Türkiye’nin
kendilerine diplomatik pasaport vererek yurtdışına seyahatler
yapabilmelerine imkân sağladığı için teşekkür ettiler.
Bu teşekkür ifadeleri karşısında o zaman zihnimden şunların geçtiğini hatırlıyorum: “İşte ‘Ne mutlu Türküm diyene’ vecizesinin esas anlamı budur. Barzani ve Talabani kullandıkları pasaport dolayısıyla ‘Türk vatandaşı’ olarak görünmekten, kayıtlara ‘Türk’ olarak geçirilmekten rahatsızlık duymamışlar. Aksine, Türk kimliğini taşımak kendilerine güven ve huzur vermiş.”
Birleştirici bir çağrı
Gerçek odur ki, Anadolu halkı 19 Mayıs 1919’dan itibaren Mustafa Kemal Paşa’nın
önderliğinde Türk bayrağının altında aynı ülkü etrafında toplanmış,
vatanını işgalden kurtarmış, istiklal savaşını zafere ulaştırmıştır.
Cumhuriyet niteliğiyle kurulan bağımsız “Türkiye devletini” kendilerinin güvenlik, huzur, refah ve geleceklerinin teminatı olarak görmüştür. Atatürk’ün,
devletimizin kuruluşunun 10. yıldönümünün mutluluk ve iftihar duygusu
yaratan coşkulu havası içinde, bilinen dehasıyla dile getirdiği “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesi,
ırkçı düşüncenin, ırk ayrımcılığının ifadesi olan dışlayıcı ve
zorlayıcı bir söz değildir. Aksine, etnik köken farkı gözetilmeden
Türkiye devletinin çatısı altında gönüllülük esasına göre kıvançta ve
tasada bir ve beraber olarak tek bir ulus halinde hür ve bağımsız
yaşanmasını sağlama arzusunun ve iradesinin ifadesi olan toplayıcı ve
birleştirici bir çağrıdır. Ulu önder Atatürk “Ne mutlu Türk olana” gibi bir söz kullanarak çağdışı bir iddiada bulunmamıştır.
1930’lu yıllarda, Nazilerden kaçan, aralarında ünlü hukukçu Prof. Dr. Ernst Hirsh ve siyasetçi Ernst Reuter gibi şahsiyetlerin de bulunduğu Yahudi asıllı Almanlar ve aileleri, “Türk vatandaşı” olmaları ve “Türküm” diyebilmeleri sayesinde hayatta kalabilmişlerdir.
1992 yılında, Arjantin’in o dönemdeki cumhurbaşkanı Carlos Menem resmi ziyaret için Ankara’ya geldi. Görüşmelerde Arjantin’deki lakabının “El Turco”
olduğunu söyledi. Annesinin ve babasının Osmanlı devleti zamanında
Suriye’de doğup büyüdükleri ve sonradan Arjantin’e göç ettikleri için “El Turco” olarak adlandırıldıklarını anlattı.
Avrupa dillerinde “Türk kafası”, “Türk gibi kuvvetli”, “Anne Türkler geliyor” gibi deyimler vardır. “Türk kahvesi”, “Türk hamamı”, “Türk mutfağı”, “Türk lokumu” gibi kavramlar da dünyaca bilinmektedir.
1571’den itibaren Anadolu’dan gelip Kıbrıs’a yerleşmiş olanlara “Kıbrıs Türk halkı” denilmektedir.
Tam üyesi olmak istediğimiz AB üyesi devletlerin anayasalarına bir göz attığımız zaman “Alman”, “Fransız”, “İtalyan”, “Yunan” gibi kavramları görüyoruz. “Alman” ve “Alman vatandaşlığı”; “Fransız”, “Fransız halkı”, “Fransız vatandaşlığı”; “bütün Yunanlar”, “Yunan vatandaşı”, “Yunan toprağı” gibi kavram ve deyimlerle karşılaşıyoruz.Almanya’da
yaşayıp Alman vatandaşı olmuş bulunan Türkiye’den göç etmiş Türk ve
Kürt veya başka etnik asıllı insanlar ve onların orada doğan çocukları
vardır. Almanya kanunlarına göre Almandırlar.
Farklı etnik kökende olanlar
Dışarıda ve yabancı kaynaklarda kendilerine “Türk sporcu”, “Türk sanatçısı”, “Türk askeri”, “Türk parlamenteri”, “Türk diplomatı” denen insanlar arasında farklı etnik kökende olanlar yok mu? Yabancı kaynaklarda Yaşar Kemal kısaca ünlü “Türk romancısı, yazarı” olarak zikredilmiyor mu?
Bu olgular ve örnekler karşısında, Türkiye devletinin vatandaşlarına anayasada neden “Türk” denilmesin? Neden “Türk milleti”, “Türk vatandaşı” ve “Türk” kavramları kullanılamasın?
Devlet ricalimiz, Azerbaycan devletiyle olan ilişkilerimizin temelinde “tek millet, iki devlet” anlayışının yattığını söylemiyor mu? Bu çerçevede zikredilen “tek millet” kavramı “Türk milletini” ifade etmiyor mu? Biz “Türk milleti” kavramını terk edersek başta Azerbaycan ile olmak üzere, “Türki Cumhuriyetler/Devletler” ile olan ilişkilerimize ve dayanışmamıza yön veren anlayışı da değiştirmemiz gerekmeyecek midir?
Kendi vatandaşını “Türk” olarak niteleyemeyen Türkiye devletinin, antlaşmalara göre azınlık statüsündeki Batı Trakya’daki ahalinin “Türk” sıfatıyla nitelenmesini yasaklayan Yunanistan’ı eleştirmesi tutarlı bir davranış olarak görülebilecek mi?“Türk ulusu”, “Türk vatandaşı” ve “Türk” kavramlarını terk edersek başında “Türk” sıfatının
yer aldığı resmi kurum ve kuruluşlarımızın isimlerinin değiştirilmesi
taleplerinin de gündeme getirilmesi ihtimalini yok sayabilir miyiz?
Bugün “Türk milleti” ve “Türk vatandaşı” kavramına itiraz eden ve bu itirazını kabul ettiren zihniyetin, yarın devletin “Türkiye” olan adına da aynı gerekçelerle itiraz etmesi beklenemez mi?
MGK’nin 2010 sonundaki toplantısında “tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet anlayışını … değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilemeyeceğine” dair ortaya koyduğu iradenin anlamı ve amacı gayet açıktır. Adı “Türkiye” olan devletin, tek olan bayrağına “Türk bayrağı” denildiği gibi, tek olan “millete” de “Türk milleti” denilecektir. Bu “tek millet” anlayışının kaçınılmaz bir gereğidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde başta “terör sorunu” olmak
üzere sorunların üstesinden gelmenin çaresi, yukarıda belirttiğimiz
temel nitelikteki özlü ve anlamlı kavramları ve deyimleri anayasadan
silmek değildir. Aksine, bu yola gitmek, daha büyük sorunların
yaratılmasına sebep olmak demektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
etnik kökeni ne olursa olsun, bütün vatandaşlarının temel hak ve
hürriyetlerinin, huzur ve refahının, korkudan azade güvenlik ve sağlık
içinde yaşamalarının, onların maddi ve manevi varlığını korumalarının ve
geliştirmelerinin, iş ve aş sahibi olmalarının, herkesin bir gün
başvurduğu adaletin terazisinin doğru işlemesinin güçlü teminatı
olabildiği ölçüde, sorunların üstesinden gelinebilecektir.
Tugay ULUÇEVİK, Emekli Büyükelçi
'Ne Mutlu Türküm Diyene!'
“Ne mutlu Türküm diyene” vecizesi, ırkçı düşüncenin, ırk ayrımcılığının ifadesi olan dışlayıcı ve zorlayıcı bir söz değildir. Aksine, etnik köken farkı gözetilmeden
Yorum Gönder