Başbakan son zamanlarda çevreci kesildi. Kürk
giyenlere kızıyor, ağaç kesenlere öfkeleniyor, Kızılderililerin “Bütün ağaçlar kesildiğinde” diye başlayan ünlü
tiradına başvuruyor... Eyvah! Bunlar hayra alamet değil. Çünkü genellikle ne
söylerse tam aksini yapmak gibi bir alışkanlığı var...
Neyse ki
durum çabuk anlaşıldı. Meğer, Başbakan’ın kaygısı Türkiye ile değil, yağmur
ormanlarıyla ilgiliymiş. Birkaç gün önce Cumhuriyet’te Fırat
Kozok’un haberinde okumuşsunuzdur, Çevre Mühendisleri
Odası’nın raporu çevrenin, ormanların, suların nasıl yok edildiğini ortaya
koyuyordu...
Orman talanına izin veren 2B yasası... Çevresel etki
değerlendirme raporlarının yok sayılması... Madenlerdeki atıkların doğrudan
doğaya salınması... Koruma kurullarının özerkliğinin kaldırılması... Dereleri
kuruma noktasına getiren, suların bir borunun içine sokularak elektrik üretme
yoluna gidilmesi... Halka ve uzman görüşlerine karşın termik santral yapımlarına
hız verilmesi... Bunlar başkalarının, Japonya ya da Brezilya’nın değil,
Başbakan’ın başında olduğu hükümetin çevre politikaları!
Yeniden
Emek Üç gün önceki yazım, “Sevgili arkadaşım Atilla Dorsay;
inadına sürdürmelisin yazmayı! İstanbul’u Dubai yapmaya çalışanlara inat,
yıkımlara inat, yok edişlere inat yazmak ve haykırmak!” diye
bitiyordu.
Atilla’dan ses geldi: Endişelenmeyin, yazmayı
bırakmıyor. Kısa sürede iki kitapla çıkacak karşımıza “İstanbul Nereye?” ve “Beyoğlu
Nereye?”
Bu arada, kimileri de çıkıp, Emek
Sineması için niye bunca kıyamet koparılıyor, anlamıyorum diyor. Nasılsa tıpkısı
dördüncü katta olacakmış! Ben de bunu anlamıyorum.
Nasıl anlatmalı
ki, bir yapı sadece inşaat malzemelerinden, beton, çimento, demir ve tuğladan
oluşmaz.
Nasıl anlatmalı ki, burası bizim aynı zamanda
belleğimizdir, geçmişimizdir, anılarımızdır. Burası, bizim orada izlediğimiz
filmlerle, yaşadığımız anlarla, o sahneden ebediyete uğurladığımız nice
sanatçılarla yaşamını sürdürmektedir...
Nasıl anlatmalı ki, burası
bizim toplumsal ve kültürel mirasımızdır. Ve ben artık pasajların dibinde,
AVM’lerin içinde, süpermarketlerin derinliklerinde sinema, tiyatro, konser
salonu istemiyorum!
Yaşanmışlık İstiyorum!..
Ve ben
artık ÖZGÜNLÜK istiyorum, SAHİCİLİK istiyorum, yaşanmışlık istiyorum!
Belki şu listeyi verirsem anlatabilirim:
Tepebaşı Dram
Tiyatrosu vardı. Mücevherden farksızdı. Yandı kül oldu. Şimdi orada garabet bir
stüdyo ve otopark...
Daha önce Aksaray Belediye Tiyatrosu,
Şehzadebaşı’ndaki Ferah Tiyatrosu da yanmıştı. Şimdi orada apartmanlar...
Aksaray Küçük Opera vardı, lokum gibi bir sahne... O da önce yandı,
sonra işhanına çevrildi...
Beyoğlu’ndaki Komedi Tiyatrosu
konfeksiyoncu, Gen-Ar Tiyatrosu (ah yüreğim!) büro oldu. Elhamra ve Ses
Tiyatroları önce sinema oldular, sonra sizlere ömür...
Gümüşsuyu’ndaki Oda Tiyatrosu kuru temizlemeci oldu, Şişli’deki Umut
Tiyatrosu pasaj....
Taksim’deki Arena Tiyatrosu (“Sezar ve Kleopatra”ya - Kerim
Afşar ve Işık Yenersu’ya selam!) büro oldu. Taksim Sahnesi yok oldu!
Bir süre
öncesine dek direnen Karaca Tiyatrosu, İstanbul ve Beyoğlu Belediyesi
marifetiyle önce yemekhaneye dönüştürüldü, sonra da belediye toplantıları için
amacı belirsiz bir salona...
Yetti gayrı!
NOT-
Sevgili arkadaşım, meslektaşım Güngör Gönültaş sonsuzluğa göçtü, sevdiklerine kavuştu. Işık içinde yatsın.
Yakınlarına, dostlarına sabır diliyorum.
Yorum Gönder