Anlaşılıyor ki; birileri devletin kuşatıldığını, tüm kalelerin
zaptedildiğini falan düşünmüş olmalı... Çünkü sırada toplumun cendereye
alınması var!.. Evet... evet... Böyle düşünüyor birileri ki, milletin
nerede içki içeceği meselesini bile zapturapt altına almaya
çalışıyorlar...
Hani bunu “ileri demokrasicilik” yapıyor ya, meğerse
biz yanlış anlamışız!... Sanmışız ki, bu slogan demokraside ileri
gitmeyi, ülkeyi özgürleştirmeyi anlatıyor!.. Heyhat ki ne kadar
aldanmışız...
Söyler misiniz; “Atatürk’te birleştik” diye slogan
atanların, “cumhuriyet” ve “laiklik” diyenlerin topluca zindana atıldığı
bir ülkede; üstelik siyasetin kaset tezgahıyla dizayn edildiği bir
dönemde, demokrasinin “ileri”si neresi olabilir ki?..
Evet kesinlikle
yanlış anlamışız!.. Baksanıza; meğerse “ileri demokrasi” denilen
takıyeci anlayışın altında şu varmış; “Demokrasi iddiasıyla, gidebildiği
noktaya kadar yani nereye kadar ilerlenebilirse işte orada rejimi
mahvetmek!..”
Şu Türkiye’de bir taraftan kamu personeline türban
giydirme projesi hazırlanırken, diğer yandan milletin sosyal yaşamını
kuşatma projesinin adım adım ve sinsi sinsi yürütülmesi ne anlama
geliyor sizce?..
Baksanıza; artık toplumu kuşatma projesinde,
maskeleri net biçimde indiren uygulamalar yapılıyor ki, “nereye gidiyor
bu ülke” sorusu artık yüz kızartıyor!.. İşte Afyon’dan sonra Isparta’da
da içki yasağının alenen ilan edilmesi bunun göstergesi değil mi?..
Şu
Memduh Oğuz adlı Said Nursi hayranı İsparta Valisi’nin; memleketin
neredeyse her köşesinde içki yasağı getirmesinin gerekçesine bakar
mısınız;
“Bu karar huzur ve güvenliğin, kamu esenliğinin sağlanması,
suç işlenmesinin önlenmesi ve işlenen suçların aydınlatılması amacına
yönelik olarak alınmış.”
İsparta Valisi “içki içen suç işler” anlayışında olmalı ki, bu durum cumhuriyetin valisi tanımlamasını yerle bir ediyor...
Vali;
cinayetlerin, töre vakalarının, kapkaç ve hırsızlıkların, kan
davalarının, cinnet olaylarının ve aile içi şiddetin en çok hangi
bölgelerde, hangi sosyal yapı içinde yaşandığını araştırmış mı acaba?..
Araştırmış olsaydı, komik gerekçelerle milletin yemeğine- içkisine karışmazdı herhalde...
Afyon’dan
sonra Isparta’da 4. Muratlığa oynayanlar da, ne yazık ki “2.
cumhuriyet” denilen safsatanın taşeronluğunu yapıyorlar!... Mesele bu
kadar nettir!..
CHP’nin konuştuğu kadın...
Siyasetteki karmaşa gelecekle ilgili karamsar bir tablo çizse de,
politikanın kendi içindeki devinimi durmuyor... Konu önümüzdeki yıl
yapılacak yerel seçimlerde ve “CHP özellikle İstanbul’da AKP
hakimiyetini yıkacak mı?” sorusunda kilitlenince, aday adaylarının
heyecanı da artıyor...
İstanbul’un tüm ilçelerinde CHP’nin aday
adayları arasında yarış şimdiden başlamış. Ofis hazırlığı yapanlar,
promosyon ürünleri hazırlayanlar üs seçtikleri ilçelerde nabız
yokluyorlar. Bu konudaki gözlemlerimizi daha sonra da aktaracağız...
Ancak
bu kez uyduruk anketlerle hep “birinci” (!) gösterilen ve tek kurtuluş
çaresi gibi pazarlanan şovmenlerden söz etmeyeceğim...
Çünkü parti
tabanındaki yaygın düşünce şu; “CHP İstanbul’da, yıpranmış ve kitleleri
bıktırmış belediye başkanları yerine, adları kamuoyunda tartışmasız olan
isimlere yönelerek başarı elde edebilir...”
Ben ise bu köşede, büyük
kentlerde kadın adayların öne çıkarılmasının hem cumhuriyet üzerindeki
tartışmalara karşı bir direnç hem de toplum sempatisi açısından kazanım
olacağına dikkat çekmiştim.
İstanbul’da da ilçeleri dolaşıyorum...
CHP’liler her gittiğim bölgede etrafımı sarıyor ve “parti nereye
gidiyor” sorusunun yanısıra konuyu adaylara getiriyor... Bazı ilçelerde
ismi öne çıkartılanlardan biri de Aylin Kotil...
Öğrendim ki, bazı
anketlerde de ismi sıkça geçmeye başlamış... Bu ismin tartışıldığı
platformlarda da itiraz olmuyormuş... Peki kim bu Aylin Kotil?..
İstanbul
Üniversitesi İngilizce İktisat Fakültesini bitiren Kotil, ABD Strayer
Üniversitesi’nde uzaktan eğitimle Kamu Yönetimi alanında master yapmış.
Kotil’in;
CHP il başkanlığından sonra 1977’de İstanbul Belediye Başkanı seçilen
Aytekin Kotil’in yeğeni olması da, onun hangi siyasi süreçten geldiğini
zaten anlatıyor...
Kotil’in adı önümüzdeki günlerde parti tabanında çok tartışılacağa benziyor.
Mars’ı da mars etmeyin!..
Ne zaman uzay yoluyla ilgili haber ya da Amerikan Havacılık ve Uzay
Dairesi’nin (NASA) bir açıklamasını görsem dikkatle okuyorum.
NASA’nın
son açıklaması da, “Mars’ta yaşam izleri var mı yok mu” sorusuna yanıt
vermeye çalışıyor. Örneğin NASA bu kez de kaya örneklerindeki
minerallerin analizinin bu gezegende yaşamın “var olmuş olabileceğini
gösterdiğini” açıklamış!.. NASA’ya göre tespit edilen minarellerin
yapısı bölgede su olduğunun da kanıtıymış!..
Bilimin ve teknolojinin
dünya dışı varlıklar ve mekanlarla ilgili çalışmaları keşke araştırma
düzeyinde kalsa... Çünkü ben ne zaman uzayla ilgili bir çalışma görsem,
hatta oraya fırlatılan bir uyduyla ilgili görüntüleri izlesem aklıma
yalnızca şu geliyor;
“Denizleri kirleterek, doğayı katlederek,
ağaçları keserek, ozon tabakasını delerek ve plastik cehennemine
çevirerek dünyanın zaten içine ettiniz!.. Hiç olmazsa uzayı rahat
bırakın. Gidip oraları da berbat etmeyin!..”
Pazar günü Bursa’dayım...
“Cumartesi Öyküleri”nden oluşan iki yeni kitabımın önümüzdeki hafta
içinde piyasaya çıkacağını yazmıştım... Okurlardan bu konuda telefon,
mail ve sosyal medya platformları üzerinden çok sayıda soru geliyor.
Kaynak Yayınları iki yeni kitabı Bursa Kitap Fuarı’na yetiştiriyor...
Ben
de 17 Mart pazar günü, saat 13.00-17.00 arasında Kaynak Yayınları
Standı’nda olacağım... Hem okurlarla sohbet edeceğiz hem de yeni
kitapları imzalayacağım...
Bu arada okurlar kitapların adlarını da
merak ediyor... “Ölü Akrepler Zamanı” adlı kitap Urfa’nın Kötüler
Mahallesi’ndeki gizemli öyküleri içeriyor.
İkinci yeni kitap ise Güneydoğu’daki dramatik kadın öykülerini kapsıyor. Onun adı da “Yağmur Bekleyen Kadınlar”.
Bursa ve çevresindeki okurları ve dostları Kitap Fuarı’na bekliyoruz...
Yorum Gönder