Babasız kalmanın dayanılmaz ağırlığı

Çocukluk yıllarımdaki en büyük korkularımdan biriydi babasız kalmak. Çünkü bazı arkadaşlarımın babası ya onlar doğmadan ya da 1-2 yaşlarındayken bu dünyaya veda etmişti. Babasını hiç görmemiş arkadaşlarımın yüz ifadelerindeki burukluğu, gözlerinin derinliklerindeki özlemi ve hüznü hep hissederdim. Bu durumda olan 3 arkadaşım vardı. Oyun oynarken babamın eve geldiğini gördüğümde, ben sevinerek koşardım, onlar da boyunları bükük bizi izlerdi.
Babam bir gün arkadaşlarımın durumunu öğrendi. Ardından da, “Oğlum, babası olmayan arkadaşlarının yanındayken bana koşma. Bir de sen hissettirme babasızlıklarını” diyerek uyardı beni. O günden sonra babam, arkadaşlarımı her gördüğünde, benden önce onlarla konuştu, saçlarını okşadı, yanaklarından öptü.
Aradan çok uzun yıllar geçti ve korktuğum başıma geldi. Kaçınılmaz son gerçekleşti. 26 Şubat 2013 tarihinde ben de babasız kaldım. Yaşınız ne olursa olsun, meğer babasızlık, tarifi zor bir acı ve eksiklikmiş.
Babam Gani Evren, solunum yetmezliği yüzünden son 7 ayda 3 kez hastaneye yattı. Son girişinde ise 5 hafta boyunca yoğun bakımda kaldı ve orada vefat etti.
Yoğun bakıma ziyaretçi alınmıyordu. Hastanın yakınlarından 1 kişi, servise girip, 3-5 dakika kalabiliyordu. Kız kardeşlerimle, her gün babamızı birkaç dakika da olsa görmek için hastanede bekledik. İşte o birkaç dakika bana, “Keşke sağlığında hep yanında olsaydım” dedirtti.
Saygıyı ve sevgiyi ön planda tuttuğu içindir ki, bir kez olsun kalbimi kırmadı. Bırakın dayağı, tokat bile yemedim babamdan. Bana yalan söylememeyi, dedikodu yapmamayı, küfür etmemeyi, saygılı, ağırbaşlı, çalışkan, mert ve eli açık olmayı öğretti. Bunları, beni karşısına alıp anlatarak değil, duruşu ve yaşam biçimiyle öğretti.
Evet, babam bana tek bir tokat atmadı, ama kafama bir kez yemek kaşığı ile vurdu. Cebeci Ortaokulu'nda, matematik ve müzik derslerinden ikmale kalmıştım. Çok istemesine rağmen ilkokulun bitirdikten sonra eğitimine devam edemeyen, ailesine bakmak için 12 yaşından itibaren çalışmaya başlayıp, ilk berber dükkânını da 13 yaşında açan babam, çocuklarının üniversite okumasını istiyordu. Bu nedenle de, sınavlardan aldığım her notu soran babama, ikmale kaldığımı söylemek çok zor bir işti benim için.
Karnemi alıp, çekinerek eve gelmiş, ilk zılgıtı da annemden yemiştim. Ana yüreği işte, babamın kızacağını bildiğinden olsa gerek, durumu nasıl idare edeceğini düşünüyordu. Öğle yemeği için babam eve gelince sofraya oturduk ve hiç sormasını istemediğim soruyu sordu; “Sınıfını geçtin mi?” Annem ve iyi karne getiren 2 kız kardeşim sessizliğe gömülmüştü sanki. Çıt çıkmıyordu. Karnemi inceleyen babam, “Demek ikmale kaldın ha” dedi içini çekerek. Çok üzüldüğü belliydi. Tabaktaki pilavdan bir kaşık aldı ve birkaç saniye ne yapacağını bilemez halde bana baktı. Sonra aniden elindeki kaşığı kafama indirdi. Çok şaşırdım, ama hiç ağlamadım. Çünkü babamı üzdüğümü ve hayal kırıklığına uğrattığımı anlamıştım.
Kafama yediğim kaşık yaşamımı değiştirdi. O yıldan sonra sınıflarımı hep 'Teşekkür' alarak geçtim. İki üniversite bitirdim, lisansüstü eğitim yaptım. Bu olay aklıma her geldiğinde, “O kaşık, kafamda birbirine değmeyen kabloların temasını sağladı” diye düşünerek güldüm.
Babam, altı yaşımdan itibaren, yaz tatillerinde Kuran kursuna göndermeye başlamıştı beni. “Bu memlekette yobazlar, din simsarları çoğalıyor. Dinimizi, Kuran'ı herkesten iyi öğren ki, doğruları anlatarak bunları susturabilesin” demişti. Bunun yararını çok gördüm. Özellikle siyasi yaşamımda, girdiğim her ortamda, din ve Kuran bilgimle, din taciri sahtekârları susturdum.
Babamın, beni tanıyanların, “Memlekete faydalı bir evlat yetiştirmişsiniz” dediğini her duyduğunda, yüzünün güldüğünü görmek, anlatılmaz bir duyguydu.
1948 yılından beri CHP'li olduğunu söyleyen babam, “Partim halktan uzaklaştığı, değerlerimizi başkalarına kaptırdığı için iktidar olamıyor” der, üzülürdü.
Son 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda, Eski Meclis'in önünde, halka biber gazı sıkıldığını öğrendiğinde, hastaneden çıkalı 1 hafta olmasına rağmen, olay yerine koşmuş, oradan Anıtkabir'e yürüyenlerin arasına katılmıştı.
Kız kardeşim babamı bulup, “Solunum yetmezliğin var. Bu ortamdan büyük zarar görürsün” dediğinde, “Zulme tepki göstermeyip ne yapacaktım? Zaten bir daha bayram göremem” yanıtını vermişti.
Kız çocuklarının babalarını nasıl içten sevdiğini, hastane sürecinde kız kardeşlerimin çırpınışlarına bakarak bir kez daha öğrendim. Erkek çocukları için de dayının önemini, babamın çok sevdiği yeğeni Nihat Genç'in derin üzüntüsünü ve dayısının mezarını sulamak için uzaklardan kocaman bir bidon suyu taşıyışını gördüğümde anladım.
Telefonla arayarak ya da cenazeye ve eve gelerek başsağlığı dileyen, başta Sayın Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere herkese çok teşekkür ediyorum.
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi'nin çalışanlarına ve Başhekimi Sayın Prof Dr Ali Haberal'a da, babamın tedavisi için gösterdikleri samimi çabaları için ayrıca teşekkür ediyorum.
Mekânın cennet olsun babacığım.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget