Akp zulmünden nasıl kurtuluruz? - Ali Eralp

AKP demek zulüm demektir.
AKP demek çile, keder, sömürü, baskı, acımasızlık, yoksulluk demektir.

AKP demek adaletsizlik demektir.
Ülkemiz, en çok milyardere ve en çok yoksula sahip bir ülke olarak tüm dünyada nam yaptı. Milyarderler arttıkça yoksullar da artıyor. Yoksullar çoğaldıkça milyarderler de çoğalıyor.
Aslında “zulüm” ve benzeri tüm sözcükleri bir araya getirip, AKP döneminde olup bitenleri anlatmaya çalışsak, yine de onun halkımıza çektirdiklerini karşılayamayız.
Ne var ki halkımızın büyük bir çoğunluğu henüz bunun bilincinde değildir. Üç kilo makarna, 5 kilo nohut, 10 kilo şeker ile, yani sadaka ekonomisi ve din sömürüsü ile uyutulmaktadır.
Kendilerinin bir günlük masrafını bile karşılayamayacak olan emekli maaşını yüksek bulan ve 800 lira asgari ücrete “BÜYÜK PARA” diyen “Bakanlar” var bu ülkede.
Oysa vatandaşlarımızın açlık sınırı altında yaşam kavgası verdiğini çocuklar bile biliyor artık. Bakın, Bakan Çelik, gözümüzün içine baka baka, yoksullukla ve yoksullarla alay edercesine, televizyon sunucusu bayanın “800 TL asgari ücretle geçinilip geçinilemeyeceği” sorusunu nasıl yanıtlıyor:
“Geçinirsiniz, yani, niye geçinmeyeceksiniz yani, 800 lira da büyük paradır yani, geçinirsiniz…” (Bu YANİ’leri konuşmaya ben koymadım, aynen böyle söylüyor Bakan.)
Bir zamanlar Tarım Bakanı olan Sami Güçlü de buğday taban fiyatını beğenmeyen çiftçiye “Gözünü toprak doyursun…” demişti.
Yine bir başka bakan, Eski Milli Eğitim bakanı Ömer Dinçer, ölen madencilerin arkasından “Güzel öldüler” yorumunu yapmıştı.
ÖLÜMÜN GÜZELİ OLUR MU YAHU…
Uygar bir ülkede bir bakan, ölümleri engelleyeceği yerde çıkıp da böyle bir söz söyleseydi yer yerinden oynar, istifa etmek zorunda kalırdı.
Bir kez olsun AKP’lilerden, “Şu işi de yanlış yaptık, şurada hatalıydık, bu böyle olmamalıydı” diye gerçeği ortaya koyan tek sözcük, tek özeleştiri işitmedik. Sanki tümü de sütten çıkmış ak kaşık…
Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu söyler. Bunların ağzından bir kez olsun tek doğru sözcük duymadık…
Derdini, çilesini dile getirmek isteyen köylüsüne, Başbakan, “Ananı da al git”, bebek katili ile yapılan görüşmeleri protesto eden gazisine, “Gaziliği istismar etme”, Siirt’in Slopi ilçesine özel bir termik santralı yapan şirketin “Çevreye zehir saçtığını” söyleyen bir vatandaşına “Nankörlük yapma, otur, otur” diye kinini kusarsa, elbette bakanları da böyle ipe sapa gelmez laflar ederler.
Peki, ya adalet, ya yargı ne durumda ülkemizde?
Tek sözcükle perişan. İçler acısı…
Duvarlarında “Adalet mülkün temelidir” yazılı o yerlerde ne evrensel ne ulusal hukuk kuralları işliyor bugün. Avukatlara söz hakkı verilmiyor. Savunma yapmak isteyen avukatların üzerine robokoplar gönderiliyor.
Kuvvet komutanlarının, eski başbakanlık müsteşarlarının tanıklığı kabul edilmiyor, şimdiki Genelkurmay başkanı tanıklık yapmak istiyor izin çıkmıyor, ama PKK’lı katiller, ruh hastaları el üstünde.

Ergenekon yargılamasının başlamasına neden olan haham bozuntusu Tuncay güney, “Ergenekon davası bir projeydi bitti artık, devlet beni kullandı, Türkiye’de adalet aramak, genelevde bakire aramaktan farksızdır…” demesine ve tüm 50 kuruşluk CD’lerin uzmanlarca çürütülmesine karşın tutuklular hâlâ içeride çile dolduruyor… Salıverilmiyorlar.
Peki, nedir bu AKP zulmünden kurtulmanın yolu? Nedir çıkış yolu? Nasıl kurtuluruz bu AKP iktidarından? Hemen söyleyelim:
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı koyarak… Direnerek… Karamsarlığa, umutsuzluğa, korkuya kapılmayarak…
Eğilmeden, bükülmeden, üç kuruş menfaat için yalakalığa soyunmadan, mücadele yolunda ilerleyerek…
Bakıyorum bazı arkadaşlar halkı kötülemek, onları karamsarlığa ve edilgenliğe sevk etmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlar:
“Battık. Öldük. Bittik. Bu halktan ne köy olur ne kasaba. Bu halkla hiçbir yere gidilmez…” sözlerini durmadan papağanlar gibi tekrarlıyorlar.
Adamlar sanki felaket tellalı.
Bakın, benim bir bayan okuyucum, makalemden şu cümleyi alarak, Face’nin duvarında paylaşmış: “HER ŞEYİN BİR BEDELİ VARDIR. Zamanı geldiğinde herkes yaptıklarının hesabını verecek, cezasını çekecektir…”
Sen misin bunu paylaşan… “Hesap sorulacak” demiş ya… Bu felaket tellallarından birisi nasıl köpürmüş, nasıl küplere binmiş, nezaket kurallarını da çiğneyerek, nasıl bir yorum göndermiş ona, şimdi hep birlikte okuyalım. Hiç değiştirmeden aynen aktarıyorum:

“Yahu sen geri zekalımısın arkadaş salak salak kimseye boş boş boş umut aşılama insanları avutmuş olursun umut yık umut yok…”

Bu arkadaşa ve tüm felaket tellallarına şunu söylüyorum buradan: Vatanın BOP planına peşkeş çekilmesini önlemek, emperyalizm ve işbirlikçisi AKP’ye karşı zafer kazanmak istiyorsak eğer, Atatürk gibi kararlı, dirençli olmalıyız. Olmak zorundayız…
Daha Samsun’a çıkmadan önce, düşman donanmaları için söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, onun bu konudaki kararlılığını, mücadele azmini ortaya koyması açısından çok önemli bir ipucudur.
Mustafa Kemal, aynı zamanda, düşmanlar kesin zafere ulaşsalar bile, yine savaşa devam edeceğini, Kürt milletvekillerine “Bir gün bu taraflara gelirsem, Hazro Dağları beni saklar mı?” diye, ortaya koymuş, aynı soruyu Dersim Mebusu Diyab Ağa’ya da yöneltmişti.
İkincisi, kararlılığın, direncin, dik duruşun yanında bir başka oluşuma daha ihtiyacımız vardır ki o da her yazımda yinelediğim gibi parti, grup farkı gözetmeksizin bir araya gelip Milli Birlik Cephesini oluşturmaktır.
Çünkü bu güne değin emperyalistler hep “Böl, yönet” taktiği uygulayarak hedeflerine varmışlardır.
Üçüncüsü, bilinçlendirme çalışmalarında kendimiz söyleyip, kendimiz dinlememek için, köylere gidelim. Sokaklara çıkalım. Mahalleleri dolaşalım. Tıpkı AKP’lilerin yaptığı gibi çevremizde komşu ziyaretleri düzenleyelim. Kafaları sadaka ekonomisi ve din sömürüsü ile uyuşturulmuş dostlarımıza, arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, komşularımıza Türkiye’nin gerçeklerini anlatalım.

Her yurtsever, en az 5 AKP’liyi ulusal cepheye kazanmak için kendini hazırlasa, sorun kökünden çözülmüş olur.
Ancak, bütün bu önerilere ek olarak bir de muhalefete, muhalefet milletvekillerine bir çağrımız var.
Dünyada artık uygulanmayan, hileye, hurdaya açık, Amerikan yapımı bu UCUBE seçim sistemini değiştirmek için lütfen bir an önce girişimler başlatın. Oylarınız anketlerde yüzde 60’lara kadar yükselse bile, bu çağdışı seçim sistemi ile yine kaybedersiniz.

Çünkü her an dışarıdan müdahaleye, değiştirilmeye açık bir sistemdir bu.
Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti, ne yazık ki muhalefette herhangi bir girişim yok. Ama biz yine de uyaralım ve vatandaşlık görevimizi yerine getirmiş olalım…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget