Sıra kimde acaba? En son Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi ve Halkın
Hukuk Bürosu’ndan 11 avukatın ve Grup
Yorum üyelerinin de içinde bulunduğu 40 kişinin gözaltına alınması,
sözüm ona kozmik odalara girilip, en sert polis uygulamalarının yapılması, üç
darbeden sağ kalmış, yaşını başını almış beni bile şaşkınlığa ve hayrete
düşürdü.
“Ve acaba şimdi sıra kimde?” diye sormaya
başladım.
Dünyanın herhangi başka bir ülkesinde bu yaşadıklarımızın bir gıdımı
yaşansaydı, yüz binler sokağa dökülürdü. Bizde sokağın bu denli tenha olmasının
nedeni ne?
Bence bütün mesele burada düğümleniyor.
Bizim için sokak neden bu kadar korkutucu?
Öncelikle bu düzen, devlet harcamaları konusunda hesap sormamızı
engelliyor. Demokrasinin temeli yurttaşın ödediği vergilerin nerede
kullanıldığını sorması üstüne kurulur. Oysa ülkemizdeki vergi sistemi, insanları
sürekli kaçağa teşvik eder, eh vergisini doğru dürüst ödemeyen kişilerin de
devletten hesap sormaya pek hakkı kalmaz.
Öte yandan ihale sistemi rüşvet ve tarafgirlikle yönetilir. Bu durumda
da hesap sorulamaz.
Bu, dükkânına kaçak kat yapan küçük esnaf için de, milyar dolarlık
işletmeler için de geçerlidir.
Hepimizin eşit olduğu durum, sürekli bir kaçağımız
olmasıdır.
AVM’lerle övülen yeni düzenimiz, herkesi bir
tüketim hayvanına çevirmek için türlü yollar bulmuştur.
AVM’lerde alışveriş yapan kişi, kendini içgüdüsel
olarak, “sınıf atlamış” gibi hissetmektedir.
Öyle ya, toplumun krem tabakasıyla birlikte, çocuk çocuk aynı mekânda at
koşturmaktadırlar. Ve ceplerinde limiti gelirlerinin kat be kat üstünde kredi
kartları vardır. O kredi kartlarıyla alışveriş yapmanın hazzını bir kumarbaz
tutkusuyla öyle çok isterler ki sonuç icralar, kapısına kadar dolu yediemin
depoları ve ne yazık ki intiharlardır.
Sürekli borçlu bir toplumu sokağa çıkarmak, deveye hendek atlatmaktan
daha zordur. Ya azıcık maaşı da, ya acıcık geliri de elinden giderse?
İktidarın bakanları bile kendi yarattıkları
“sadaka” sisteminden yakınıyorlar. Hiç
kimsenin çalışmadığı üç çocuklu bir eve, asgari ücretin birkaç katı para
giriyor. Bir sosyal devletin en önemli görevlerinden biri hiç kuşkusuz iş
bulamadığı yurttaşa bakmaktır. Ancak sürekli tüketimin pompalandığı, üretimin
ağır aksak geliştiği ülkemizde ne yazık ki bu sosyal görev bir sadaka ödeme
haline dönüşmüştür. Bir toplum sadakaya alıştı mı bunu değiştirmek son derece
güçtür. Ve sadakayla beslenenler, asla sokağa çıkmazlar! Çalışmadan yan gelip
yatacaksın, durmadan çocuk yapacaksın kim bundan vazgeçer?
Bütün bunların yanı sıra, işsizlik dev bir sorun olarak her an
kapımızda durmaktadır. En çok beyaz yakalılar bundan korkar. Ve işten atılmamak
için sokağın bütün seslerine kulaklarını tıkamayı yeğlerler. Koridorlarda her
zaman fısıltı halinde dolaşan işsizlik hikâyeleri onların en büyük kâbusudur.
Çünkü her zaman ödenecek yüklü faturaları vardır. Çocuğun okul parası, ev
kredisi, araba kredisi gibi... Kim bu kadar borçlu bir insanı sokağa
çıkarabilir?
Sokaklarımızın bu kadar tenha olmasının daha pek çok nedeni var.
İnanılmaz bir kadercilikle elimiz kolumuz bağlanmış ve herkesin dilinde aynı
söz: “Bu ülkede hiçbir şey değişmez.”
Önce bu sözü tümden silmek gerekir. Bal gibi de değişir! On yıl önce,
insan hakları deyince, bu ne demektir, diye sorulan bir ülkede şimdilerde,
dağdaki çoban “İnsan hakkı kadar, bu koyunların da yaşam hakkı
var” diyorsa, bu bir yığın üst üste gelen mücadelelerin,
acıların sonucudur.
Sokağa çıkmaktan korkmayanların bir zaferidir. Zafere adım adım
ilerlenir. Evinde oturup, söylenerek değil...
Yorum Gönder