Böyle umutsuz, korkunç ve kritik bir zamanda sayı ve silahça çok üstün bir
düşmanla girişilen savaşta, soyadının Atatürk tarafından İnönü konulmasını
sağlayan iki zaferiyle Albay İsmet, Mustafa Kemal Paşa'nın söylemiyle ''vatanın
makus talihini (ters alınyazısını) yenen'' ilk Türk komutanı oldu.
Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz 6-11 Ocak / 23 Mart-1 Nisan süreci; 1921
yılında, İnönü’de kazanılan Birinci ve İkinci İnönü savaşlarının kazanıldığı bir
süreçtir. Bu yazıyı, “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla
başlatılan “Bağımsızlık (İstiklal) Savaşı”mızın en kritik
zamanında, düşmanın Ankara’ya yürümesini önleyerek, yakın tarihimize iki
görkemli yenginin (zaferin) kaydedilmesini sağlayan ulusal kahramanımız ve
atamız merhum İsmet İnönü’nün anısına ithaf ediyorum.
Şevket Süreyya
Aydemir, İsmet İnönü’yü Ulusal Savaşım’ın (Milli Mücadele’nin-1918-1923)
“İkinci Adam”ı olarak ölümsüzleştirdi. Bernard Shaw “Birinci
adam güneşi, ikinci adam gölgeyi sever” demişti. Shaw’ın bu söylemi Atatürk ve
İnönü için değildi.
Ancak, dünya tarihinin adı geçen iki büyük adamı, Türk ulusunun en
dehşetengiz ve acılı dönemlerinden olan Balkan (1911-1913), Birinci Dünya
(1914-1918) ve Türk Bağımsızlık (İstiklal, 1919-1922) savaşlarını birlikte
yaşadılar. İsmet Paşa, ulusumuzun can çekiştiği böyle bir dönemde yurdun
kurtarılması ve tam bağımsızlığı yolunda gerçekten her zaman Mustafa Kemal’in
yanında ve onun desteğinde, bizlere bugün de örnek olacak bir sadakat ve
bağlılıkla hizmette bulundu.
H. Edip Adıvar’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı yapıtında
ortaya koyduğu gibi, özellikle Birinci Dünya ve Bağımsızlık savaşları sırasında,
vatanın içinde bulunduğu tablo karanlık bir tabloydu. O günler kara günlerdi.
Çökmek üzere olan en son Türk imparatorluğunda yüz binlerce Türk çocuğu; amacı
akıl ve mantığa, bilim ve tekniğe dayandırılmamış sınırsız bir serüven için
Kafkasya’da, Galiçya’da, Balkanlar’da Romanya’da, Makedonya’da, Batı Trakya’da,
İran’da, Libya’da, Mısır’da, Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de,
Filistin’de, Sarıkamış’ta ve Çanakkale’de çarpışarak kanını oluk oluk
akıttı.
İnönü, 24 Eylül 1884’te, “Mustafa İsmet” adıyla yaşanan o
acı ve kara günlerin başlamasından önce dünyaya geldi. 1877-1878 Türk-Rus (93)
Savaşı’nda Şıpka Geçidi’ni kahramanca savunan Hulusi Paşa’nın:
“Büyüdüğün zaman ne olacaksın?” sorusuna “Asker”
yanıtını verdi. Bu yanıtı, 32 yaka (apolet) numarasıyla Sivas Askeri
Rüştiyesi’ne girince gerçekleşti. 1 Eylül 1903’te Topçu Harbiye Mektebi’nden
Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Yaşamı boyunca desteği ve gölgesinde kalacağı
Atatürk’le, Pangaltı’ndaki Erkân-ı Harbiye’de (Harp Akademisi) tanıştı.
Akademiyi 26 Eylül 1906’da kolağası (yüzbaşı) olarak bitirdi ve 2 Ekim 1906’da
Edirne’de askerlik yaşamına atıldı. Orada 8. Sahra Topçu Alayı’nda bir bölük
komutanı iken takdirlerini kazandığı Cevat Paşa tarafından ordu karargâhına
alındı ve yüzbaşı rütbesiyle ordudaki paşalara ve yüksek rütbeli komutanlara,
aylarca, tümen tabiyesi (taktiği), sevk-ul ceyş (strateji) ve topçuluk dersleri
verdi.
Onaylamayıp Genelkurmay Başkanlığı’nı uyardığı halde, Balkan Savaşı’nın
çıkacağı bir zamanda Yemen’e gönderildi. Beytuş-Şaban Muharebeleri başarısı
sonrasında 26 Nisan 1912’de binbaşılığa yükseltildi.
Birinci Dünya Savaşı’nda, 14 Aralık 1915’te albaylığa terfi ettirildi ve
Doğu’da 2. Ordu Komutanlığı’na atandı. Burada 1907 ve 1909 Selanik
buluşmalarından sonra ilk kez 13-14 Mart 1916’da, Diyarbakır’da karşılaştığı
Çanakkale zaferi kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde 2. Ordu Kurmay Başkanı
oldu. Mustafa Kemal, Muş ve Bitlis’i Ruslardan kurtardıktan sonra 30 Aralık
1916’da Albay İsmet’i kendi ordusunun 4. Kolordu Komutanlığı’na atadı. İşte bu
tarihten itibaren yakın tarihimizin iki büyük önderi birbirlerine derin bir
sevgi ve saygıyla kalben bağlandılar ve düşüncede, yurdun kurtarılması için
kararlılıkta ve sonrası devrimlerin gerçekleştirilmesinde bir ve beraber hareket
ettiler.
Suriye ve Filistin’deki çarpışmalarından sonra Birinci Adam ve
İkinci Adam, imparatorluğun çöküşünü ve acısını birlikte yaşadı. Osmanlı
Devleti’nin teslim olup 30 Ekim 1918’de Mondros Silah Bırakışması’nı
imzalamasından sonra, aralarındaki gizli paylaşım antlaşmalarını yürürlüğe koyan
emperyal devletler, Atatürk’ün deyimiyle elde kalan en son “Türk atayurdu”nu
istilaya giriştiler. İngiltere, imparatorluğunun çıkarları için 15 Mayıs 1919’da
Yunan ordusunu İzmir’e çıkardı. Doğudan Ermeniler, güneydoğudan Fransızlar ve
Ermeni komitacıları ve batıdan Yunanlılar talan, yağma, ve vahşetle saldırılara
koyuldular.
Albay İsmet 1920 yılında İstanbul’dan kaçtı ve Ankara’da yeniden Mustafa
Kemal Paşa ile buluştu. O Ankara’ya vardığı zaman, Trakya ile
Kocaeli-Bursa-Uşak-Denizli-Muğla hattına kadar olan Batı Anadolu toprakları ve
Güneydoğu illerimiz düşmanın işgali ve zulmü altındaydı. Doğuda Ermeniler, 1917
Bolşevik ihtilali nedeniyle çekilen Rus ordularının yerini almış katliam
yapıyordu. Yurdun iç cephesi de padişah fermanı ve şeyhülislam fetvasıyla
çıkarılan ayaklanmalarla çöküyordu. Ordu, silah, cephane ve para yoktu. Kazım
Karabekir Paşa’nın Ermenileri yenmesi ve 4 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması’yla
Doğu topraklarımızın kurtarılmasından sonra Batı cephesinde, henüz Kuvayı
Milliye adı verilen halk güçlerinden düzenli bir ordu kurulmaya başlanması
sırasında Demirci Mehmet Efe, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin ayaklanmasını fırsat
bilen İngilizler, Yunan ordusunu kuzeyden Bursa’dan ve güneyden Uşak’tan
Eskişehir-Ankara yönünde saldırıya geçirdiler.
Böyle umutsuz, korkunç ve
kritik bir zamanda sayı ve silahça çok üstün bir düşmanla girişilen savaşta,
soyadının Atatürk tarafından İnönü konulmasını sağlayan iki zaferiyle Albay
İsmet, Mustafa Kemal Paşa’nın söylemiyle “vatanın makus talihini (ters
alınyazısını) yenen” ilk Türk komutanı oldu.
İnönü Zaferi’nin değerini Atatürk “…Yeni Türkiye Devleti’nin küçük, fakat
ulusal ülkülü (milli mefkûreli) genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat üstün
düşmanı İnönü Meydan Muharebesi’nde yendi… İç hatların kullanılmasında savaş
tarihine parlak bir örnek yazdı… İnönü yengisi (zaferi) Türk yurdunun, Türk
bağımsızlığının ilk zafer müjdecisi olmuştur. Bu nedenle bu yengiyi kazanan Türk
ordusunun tüm mensupları, dünya tarihinde unutulmaz şanlı bir menkıbe sahibi
olarak sonsuza değin yaşayacaklardır… Bu münasebetle Türk ordusu gazilerini
saygı ve minnetle yad ederim. Ve şehitlerimizin aziz ruhlarına kutsamalarımı
(takdisatımı) takdim eylerim” söylemiyle vurguladı.
Doç. Dr. Necati Ulunay Ucuzsatar/Cumhuriyet
Yorum Gönder