Türkiye dağdağası bol bir ülke. Başı her zaman dertte. Ama aynı zamanda
dinamikleri de o kadar fazla ve kendilerini çoğaltan türden ki gelecek için umut
tükenmiyor. Tabloya bakar mısınız; hapishaneler tıklım tıklım siyasi tutuklu ve
hükümlü ile dolu. Dışarıdakilerin de yaşam alanları dinlemeler, izlemelerle,
tedirginlik ve korkuyla kuşatılmış durumda. Başbakan dahil herkes
“İzleniyor muyum?” derdinde ve işte ortaya
çıktı ki, Başbakan da dinleniyormuş.
Türkiye yalnız tutuklu gazeteciler bakımından dünyada birinci değil,
yolsuzluk, rüşvet vb. olaylar bakımından da ön sıralardadır. Şimdi onları, yani
yolsuzluk yapanları da izlenme, dinlenme korkusu sardı. Ne güzel bir ülkede
yaşıyoruz biz!
“Terörist” oldukları söylenen ve kendilerine
“RedHack” adını veren Kızıl
Hacker’lar YÖK sitelerine girip binlerce yolsuzluk
iddiası içeren dosyayı tembel medyanın önüne atıverdiler. Bu dosyalardan en
“güzeli” üniversite öğrencilerinin bankalara
peşkeş çekilmesi dosyasıdır ki baktıkça bir tuhaf olursunuz.
Şimdi ne olacak bilmiyoruz.
Aslında biliyoruz. ODTÜ olayları sırasında hiç durmadan konuşan ve
öğrencileri, öğretim üyelerini karalamak için kullandıkları üslup ve
cehaletleriyle yüzlerimizi kızartanlar onlardı. Ve onlara hiçbir şey olmaz.
Çünkü dar zamanın güdük ruhu onların sorgulanmasına uygun
değildir. Neden uygun olmadığını başka bir zaman, ruhlarımızı kurtarmayı
başardığımız zaman konuşuruz. Ama gelin size başka bir rektörden söz edeyim ben;
kendi zamanının ruhuna yenilmiş bir rektörden.
***
Adı Martin Heidegger. Kendisi kabul
etmese de varoluşçuluğun önemli filozoflarından sayılıyor. Ünlü eseri
“Sein und Zeit” “Varlık ve
Zaman” fırtınalar yaratmış, insanın varlığını anlatan ünlü
“dasein”ı da varlığın kendini
aşabilme eylemini, başkalarının eylemiyle ilişkisini, varoluşunu
anlatan bir kavram olarak çok delikanlının saçının erken dökülmesine yol
açmıştır.
İşte bu değerli filozof ne yazık ki “zamanının
-kısa süreceğini bilmediği- ruhuna”
yenilmiş ve 1933 yılında, yani
Hitler’in
Almanya’yı ele geçirdiği zamanlarda Freiburg
Üniversitesi’nde kısa süre rektörlük yapmıştır. Daha
doğrusu bu görevi üstlenmesini isteyen Nazi partisini reddetme cesareti
gösterememiştir.
Yıllar çabuk geçer. Hitler ve avanesi yeryüzünden silinir.
***
Peki, Heidegger ne yapar? Onun
“dasein”ı devam eder. Der
Spiegel dergisi ünlü filozofla sağlığında yayımlamamaya söz vererek
bir söyleşi gerçekleştirir ve 31 Mayıs 1976’da, yani
filozofumuz öldükten bir gün sonra yayımlar. Hikâyesi uzun. Ama söyleşi bu ünlü
filozofun Hitler döneminin ruhuna nasıl yenildiğinin acı bir itirafıdır.
(Söyleşiyi Yapı Kredi Yayınları 1993 yılında
Turhan Ilgaz çevirisiyle yayımladı.)
Heidegger’in sürekli baskı altında oluğunu da
söylediği o yıllarda sarf ettiği şu cümle, yıllar sonra Der Spiegel tarafından
kendisine sorulacaktır: “Tezler ve fikirler varlığınızın
kuralları olmasın. Alman gerçekliğinin bugünü ve geleceği ve onun yasası
yalnızca ve bizzat Führer’dir.”
Heidegger’in soruya yanıtı gerçekten içler
acısıdır. “Rektörlüğü kabul ettiğimde uzlaşmaya gitmeksizin
işin içinden çıkamayacağımı açıkça biliyordum” der. Ama bu
kadar da değil. Filozof o cümleleri yalnızca “inanıyormuş gibi
görünmek için” söylememiştir; söyleşide
Hitler’in düşüncelerinde gerçekten bir
“olabilirlik gördüğünü” de itiraf ediyor ne
yazık ki.
O kadar.
Bu konunun şimdi yolsuzlukları ortaya dökülenlerle hiçbir ilgisi yok.
Başka bir dünyanın rektörleri onlar. Ben ötekilerden, görece kısa sürecek bir
dönemin ruhuna yenilenlerden söz ediyorum; işte artık onlar boyun eğmesinler,
geleceğin ruhunu, onun zamanını arasınlar diye söylenip duruyorum.
Hepsi bu.
Yorum Gönder