Silivri davaları (ister İstanbul’da olsun,
ister Ankara’da), 28 Şubat döneminin Genelkurmay
Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın
polis marifetiyle Ankara’ya savcılığa götürülmesi ile
2013’e hızlı girdi.
Zaten Balyoz davası da 2012’de
hızlı bitirilmişti…
Pek çok usul hatasıyla sakatlanmış olan bu
davada “delillerin değerlendirilmesi” aşaması
da, hızlanma adına atlanmıştı!
Ama “Sürat felakettir”
sözü yargıda da geçerli:
Nasıl “Gecikmiş adalet adalet
değildir” sözü doğruysa, aynı biçimde
“Hızlandırılmış adalet adalet
değildir” sözünde de bir gerçeklik payı var…
Çünkü adalet “usul”
üzerine kuruludur:
Sanıklara iddia makamıyla aynı hakları tanıyan, delilleri tartıştıran,
“silahların eşitliğine” dayalı
usul!
Usul sürecini yozlaştırdığınız zaman adil bir karar almanız
olanaksızlaşır.
Bu açıdan, Karadayı’nın tutuksuz
yargılanma kararı da önemlidir…
Bilmiyorum, onun altındaki tutuklu rütbelilerin ve davadaki tek sivil
tutuklu olan eski YÖK Başkanı Prof. Kemal
Gürüz’ün yargılanmalarında da emsal olacak
mı?
Balyoz davasına yöneltilen en önemli eleştiri, deliller
konusundaydı…
Karara dayanak olan bazı CD’lerin sahteliği,
içeriklerine ve şekillerine dayalı olarak öne sürülüyordu.
Delillerin değerlendirilme aşamasının atlanması bu konunun iyice
irdelenmesini engelledi.
Kararın Yargıtay’dan döneceği
bekleniyor…
Ama içerdekilerin çilesi sürüyor.
Bu arada Milli Savunma Bakanlığı’ndan önemli
bir açıklama geldi:
Cumhuriyet’te Ayşe
Sayın’ın haberine göre, Milli Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz, bir soru önergesine verdiği yanıtta,
“Balyoz” iddianamesinin temelini
oluşturan “Balyoz Seminer Planı”nın
hazırlandığı 2003 yılında, belgeler ve CD’lerde izine
rastlanan “Microsoft Office 2007” bilgisayar
programının henüz üretilmediği için TSK’de
kullanılmasının mümkün olmadığını açıkladı.
Ayrıca TSK içinde “Kafes Eylem Planı”
olduğu iddia edilen DVD’de adı geçen
“ASD” kodlu bir bilgisayar kullanıcısı
bulunmadığını da bildirdi.
Bunun üzerine konuyu soru önergesiyle Meclis gündemine taşıyan CHP
Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, bu
yanıtların “Balyoz davasının temelindeki iddiaların gerçek dışı
olduğunu” ortaya koyduğunu belirterek “sahte
delil üreten çete”nin ortaya çıkarılmasını istedi.
Ne yazık ki bu son derece önemli bilgiler, Balyoz davasında karar
alındıktan sonra ortaya çıktı.
Üstelik bu arada, Karadayı’nın
tutuksuz yargılanmasının gerekçeleri arasında, belgelerde ıslak imzasının
bulunmadığı da medyaya yansıdı.
Oysa Balyoz davasında pek çok subay, hiçbir yerde hiçbir imzası
olmadığı halde, toptan verilen 18 yıllık hapis cezasına çarptırılmıştı.
(Sekreter Güllü Hanım’dan söz bile
etmiyorum!)
Silivri davaları konusunda, kaldırılmış olan mahkemelerin yargılamaya
devam etmesi başta olmak üzere, yargıda o denli usul hatası ve o kadar çok
çelişki var ki…
Halkın yargıya olan güveni bütünüyle sarsıldı.
Ben yargıyı bir bütün olarak görüyor, yargıçlara ve savcılara güvenimi,
bu bütünlük içinde, Yargıtay’a umut bağlayarak
sürdürüyorum…
Dilerim, mahkemede
“hızlandırılmış” olarak sakatlanan
süreç, bu kez de Yargıtay’da
“geciktirilmiş olarak”
zedelenmez!
Bu arada yargı mensupları arasında, Haberal,
Hilmioğlu, Balbay,
Özkan, Perinçek, Başbuğ gibi
tutukluların, 2013 ile içerde yattıkları sürenin kaç seneyi bulduğunu izleyen
var mı, doğrusu merak ediyorum.
Yorum Gönder