Maşallah gündemimiz öylesine dolu ki, maalesef yaşam kalitemizi
ilgilendiren olaylar güme gidiyor. Bu benim için de söz konusu.
Başbakan’ın durup dururken Uludere olaylarıyla kürtajı
eşdeğer görmesi, kısaca kürtajı cinayet olarak nitelendirmesinden sonra kadın
örgütleri tarafından yapılan çoksesli protestoların sonucu
“kürtaj” olayının kapandığını düşünmüştüm.
Meğerse doğrudan doğruya kadın yaşamını ilgilendiren bu konuda vahim olaylar
oluyormuş.
Kırka yakın sivil toplum kuruluşunun ve çeşitli örgütlerin oluşturduğu
“Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu”
yaptığı çalışmalarla durumun vahametini apaçık önümüze getiriyor.
Yakın bir zamanda Bakanlar Kurulu’na gelmesi
beklenilen, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nın müşterek çalışması
“Üreme Sağlığı Yasa Tasarısı” ne yazık ki
üreme sağlığıyla ensest gibi çok vahim bir olayı birlikte ele alıyor ve dolaylı
bir kürtaj yasağı getirme yoluna başvuruyor. Durum şu: Yeni çıkacak Üreme
Sağlığı Yasası’nda, kadın örgütlerinin ısrarla
istemelerine rağmen 10 haftalık yasal kürtaj yapılma süresi artırılmıyor. Daha
da önemlisi, bu 10 haftayı pek çok kamu hastanesi 8 haftayla sınırlamış durumda.
Nedeni dehşet verici; kamu hastanelerinde 8 haftalık embriyo ana rahminden
anestezi yapılmadan alınıyor. 10. haftada anestezi yapılması gerekiyor, bu da
hastanelerin işine gelmiyor. Çünkü anestezi pahalı ve hastaya mutlaka bir yatak
açılması gerekiyor. Yani canınızı sıkmak istemem ama, parası özel hastanelere
yetmeyenler, bir şans 8. haftaya kadar kamu hastanelerine başvururlarsa, kürtaj
gibi kadını duygusal ve fizik olarak son derece yıpratıcı bir olayı,
uyutulmadan, canlı canlı, acılar içinde, her şeyi hissederek
yaşıyorlar.
Bunun kadınlar için ne demeye geldiğini anlatmaya gerek var mı
bilmiyorum? Yeniden eskiye mi dönüyoruz derken, durumun daha da vahimleştiği
söyleniyor. Daha önce kürtaj yasasına yönetmelikle eklenmiş olan koca izni, bu
kez yasanın içine konuyor. Peki, bekâr ve yoksul olan kadınlar ne yapacak? Zaten
mahalle baskısı nedeniyle başı iyice belada olan genç kadın, kürtaj olmaya
gittiğinde ne tür bir muameleyle karşılaşacak?
“Adamın altına yatarken iyiydi de…”
“Her sefanın bir de cefası vardır…” gibi daha bir
yığın, kamuda ya da eski dönemlerde merdiven altı muayenehanelerde kürtaj
yaptıranların belleklerine kazınmış aşağılanma sözcükleri vardır. Bunlar hiç
unutulmaz.
Bu arada, hekimler kürtaja karşı ret hakkına sahipler. Ancak bu hakkın
pek çok vakada annenin yaşam hakkına ciddi olumsuz bir müdahale olduğu, bu
durumda hekimin embriyonun yaşama hakkını kadının yaşama hakkından daha üstün
tuttuğu görülüyor. Örneğin, geçenlerde Van Devlet
Hastanesi’nde 12 çocuklu, böbrek ve tansiyon hastası 5
haftalık hamile bir kadına “Kürtaj yapmıyoruz, Down sendromlu
bile olsa çocuk almıyoruz artık” denilerek kürtaj yapılmadı.
Nedeni sorulduğunda “Bu bir vicdan meselesidir, doktora kürtaj
yap denilemez” denildi.
Aynı şekilde, defalarca tecavüze uğrayan,
sonunda tecavüzcüsünün başını kesip köy meydanına atan, ruh sağlığı yerinde
olmadığı kesin olan mahkûm Nevin Y’nin
hamileliği 20 haftayı geçmiş denilerek kürtaj yapılmadı.
Yani kadınlar, bu erkek toplumunda kendilerini en çok ilgilendiren
meselelerde bile çok erkekçe bir söylem ve eylemle yönetiliyorlar.
Bu erkekçe söyleme son vermenin yolu da kadınların kendi bedenlerine
sahip çıkmasıyla mümkün. Bunun için her türlü bilgilendirme başımızın tacıdır.
Bu konuda daha çok bilgiye ulaşmak için www.kurtajhaktir.com ’a girmeniz
yeter.
Yorum Gönder