19. yüzyıl aydınları, aydın-siyasetçi paşaları “Memleket nasıl
kurtulur?” sorusuna kendi meşreplerine göre cevaplar buldular:
Osmanlıcılık, Panislamcılık, Pantürkizm (Turancılık).
Bunların hiçbiri derde deva olamadılar. Osmanlıcılık mümkün değildi
çünkü Balkanlardaki tebaa çoktan kendi milliyetini bulmuş, ulusal
devletinin peşine düşmüştü. Panislamcılık mümkün değildi, çünkü Osmanlı
devleti dışında, Müslüman hakların yaşadığı ülkeler Hıristiyanların
sömürgesi olmuştu. Osmanlı da zaten yarı sömürge idi. Osmanlı Araplarına
gelince: Vahhabilerin önderlik ettiği milliyetçilik efsunuyla artık
Türk düşmanıydı. Hıristiyan egemenliğini Osmanlı’ya tercih eder
durumdaydı.
Pantürkizm mümkün değildi, çünkü Orta Asya Türkleri kendi
Türklüklerinin farkında bile değildi. Çoğu birbirine düşman kabilelerdi.
Sadece kimi Tatar ve Kırım Türklerinde Türklük bilinci oluşmuştu.
***
Derken, Birinci Dünya Savaşı başladı ve bitti. Sèvres Antlaşması imzalandı.
Artık Osmanlıcılık’ın sözü edilemezdi. Vatan ve ulus bilincinden
yoksun Panislamcıların Sèvres umurunda bile değildi. Onları sadece namaz
kılmak ilgilendiriyordu. Egemen isterse Rus, isterse İngiliz olsun…
Bundan olacak, hocaların, şeyhlerin, seyyidlerin pek azı Kurtuluş
Savaşı’nı deslekledi. Destekleyenlerin büyük bir çoğunluğu da kuruluş
döneminde Cumhuriyet’e ve devrimlerine karşı çıktı.
Pantürkistlere (Turancılara) gelince: Orta Asya Türklerini kurtarmaya giden Enver Paşa oralarda bir yerde can verdi.
Hayalden gerçeğe
Yukarıda sözünü ettiğimiz anlayışların (Osmanlıcı, Panislamcı,
Pantürkçü) ulusal bilinçleri ve savunacakları belli bir toprakları
yoktu. Ortada, gerçekten ve sadece bir Anadolu kalmıştı ama Anadolu’nun
onlar için hiçbir önemi yoktu.
Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”nde bu durumu şöyle tasvir eder:
["Yeni Türkiye'nin tarih anlayışı, İslamcı-Osmanlı tarihi ve Batı'nın
uygarlık tekelciliği tutumuna karşı bir tepki olarak gelişir.
Türk Kurtuluş Savaşı, yalnızca emperyalist devletlere karşı verilmiş
bir savaş değil, aynı zamanda iç ayaklanmalarla belirlenen bir iç
savaştır. Bu iç savaşın sonucudur ki, Saltanat ve kurumları çöker.
Hilafet kaldırılır ve laiklik ilkesine dayalı, çağın Avrupasının bilim
anlayışı pozitivizme inançlı bir yeni devlet kurmaya yönelir. Milli
Misak sınırları içinde inşasına çalışılan 'ulus'a yeni bir tarih
gereklidir. Bu tarihin yıkılan Osmanlı Devleti'nin tarihi olamayacağı,
bu tarihin küçük görüleceği ve horlanacağı açıktır.
Bu ulusal tarih zorunludur. Nitekim çağımızda bütün ezilen uluslar,
bağımsızlıklarını elde edince, bir ulusal tarih ortaya koymaya büyük
önem verirler. Enternasyonalist görüşlü Sovyet yazarları dahi, bu
gerekliliği belirtirler. Bir Sovyet düşünürü şöyle der:
"Kurtulan halk, yalnız ulusal ve antiemperyalist devlet kurmakla
ve ulusal ekonomi ile yetinemez, ulusal tarih ortaya koymak zorundadır.
Çünkü tarih halkın ruhudur."
A.W.Gulyga onu şöyle tamamlar:
"Bir geçmişe sahip olmayan bir toplum, bir devlet düşünülemez. Tarih, insanlığın belleğidir."] (Cilt 1, S.16-17)
Ulus ve uygarlık
Türkiye Cumhuriyeti bir sömürge halkı tarafından sömürge toprakları
üzerinde kurulmamıştı ama durum daha beterdi. Kapitülasyonlar altında
yarı sömürge durumunda yaşayan Osmanlı kendi tarihinden habersizdi.
Ortada, nesnel görüşle yazılmış bir Tarih yoktu. Türklerin tarihi zaten
yoktu, çünkü Türk diye bir halk mevcut değildi.
Burada biraz duralım ve bir yalanı bozalım: Cumhuriyet, Türkçü,
Turancı ve irredantist değil “Türkiyeci”dir. Atatürk’ün savı, Milli
Misak içinde, “Türkiye halkı”nın tarihini kurmayı amaçlar. CHP programı,
vatan kavramını, “Topraklarının derinliklerindeki yapıtlarıyla, bugün üstünde yaşanan siyasal sınırlarla çevrilmiş kutsal yurt”
diye tanımlar. (S.27) Bunun, Turancı ve pantürkist ideolojisiyle
uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Zaten Atatürk, Medeni Bilgiler
ders kitabında ırk öğesini çıkartır ve “Ulus”u, “dil, kültür ve ülkü
birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu”
diye tanımlar. Lise tarih kitaplarında ırk’ın toplumsal anlamda hiçbir
anlamı olmadığı, “insanlığı ilerlemesinde ırkın değil, aklın egemen
olduğu ve ulusların çeşitli ırkların karışmasından meydana geldiği”
(S.26) belirtilir. Atatürk ve Cumhuriyet, ırk ile değil “ulus” ve
“uygarlık” ile ilgilidir.
Peki ya Turancılık?
Turancı anlayışta vatan, Sovyetler Birliği’nin boyunduruğu altında
bulunan “Tutsak Türkler”in yaşadığı toprakları da kapsar. “Bir
numaraları Türkçü ve lider ilan edilen Rıza Nur Türklerin Tarihi
yapıtının sayfalarında, Türklerin bir ‘irredenta’ yani tutsak Türkleri
kurtarma davası vardır, der ve Çin, Rusya ve İran’a geçmiş toprakların
kurtarılmasını ister. Hitler’in 1941′de Kafkaslara doğru ilerlediği
günlerde açıkça belirtilen bu ülkü, günümüzde ‘tutsak Türklere kültürel
ilgi ve dayanışma’ diye hafifletilse de, amaç değişmez.” (S.27)
1940′larda ve Soğuk Savaş döneminde Komünizmle Mücadele Derneği ile
benzeri ırkçı ve Turancı derneklerde Türk-İslam sentezli siyaset
yapanlardan ve günümüzün MHP’sine uzanan siyasal anlayıştan söz
ediyoruz.
Son söz gibi
Osmanlı devletinin son yüzyılında ortaya çıkan Milli Misak
Türkiyeciliğinin dışında kalan ideolojilerin (Osmanlıcılık, Panislamizm,
Pantürkizm, Turancılık) hiçbiri, Cumhuriyet’in kuruluşuna ciddi bir
katkıda bulunmadılar. Ama kuruluşundan sonra Cumhuriyet’in tekerine taş
koydular.
Yorum Gönder