Adaletin, yargının, hukukun iflas ettiği bir ülkede huzur, güven,
asayiş, dirlik, düzenden söz edilemez. AKP iktidarının bu ülkeye en
büyük kötülüğü yargı ve adaleti taammüden (bilinçli olarak)
mevtalaştırmış olmasıdır.
2002 seçiminden bir hafta önce Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal’la yaptığı
söyleşide milletvekili dokunulmazlıklarını (kürsü dokunulmazlığıyla)
sınırlandıracak şekilde acilen kaldıracakları sözünü vermiş, ancak
iktidar olduklarında buna hiçbir zaman yanaşmamış, gerekçe olarak da
yargıya güvenmediklerini beyan etmişlerdi.
O günden bu yana tüm iş ve işlevlerini güvenmedikleri iki temel kurum
“yargı ile ordunun” defterini dürmeye kurguluyorlar. Olan ülkeye oluyor.
Geçtiğimiz dönemde TBMM’de 127 AKP’li milletvekilinin muhtelif yüz kızartıcı suçlardan fezlekeleri bulunuyordu.
Şimdi de yolsuzluklarda tavana vuruyorlar ki kendi yarattıkları uydu
yargının bile kendilerini kurtaramayacağı kuşkusuyla dokunulmazlıkların
kaldırılmasına hâlâ yanaşmıyorlar. Bu korkuyla yargıyı kapı kulu yapmak
için yapmadıkları hinlik kalmıyor.
Sonuçta Başsavcısını dinleten ya da bir Başsavcıyı makamında derdest
eden savcılara, haksız tutuklama kararları verdikleri için Yargıtay’ca
tazminata mahkum edilen yargıçlara yine aynı davaları veren HSYK’ya,
Yargıtay ve Danıştay’daki “blok oycu“ üyelere dünya yargı tarihinde
yalnız Türkiye’de tanık olunuyor.
Bunu neden yaptıklarını kimse bilmiyor
Silivri’de sürekli olarak adaletin, hukukun, insan haklarının yerle
bir edildiğini tüm hukuk uleması ve otoriteleri beyan ediyorlar.
Her gün yapılan hukuk katliamları yargıya inanç ve güveni yerle bir
ediyor. İddia makamını “sanal ya da sehven” belgeleri Dümbüllü
tiyatrosuna dönüşüyor. Mahkeme duruşmalarındaki Aziz Nesin’lik vodvil
söylem ve görüntüler utanç belgesi olarak tarihe geçiyor.
AİHM son olarak da Anayasa Mahkemesi yasa dışı elde edilen (telekulak
dahil) tüm delillerin hukuken geçersiz olduğuna hükmediyor.
Ama Balyoz ya da Ergenekon savcı ve yargıçları bunları kös dinliyor.
Peki, bu muhteremler nasıl oluyor da hem kendi kariyerleri hem yargıyı
bu denli tahribata uğratmaktan kaçınmıyorlar.
Bunu niçin ve neden yaptıkları, amaçlarının ne olduğunu kimse bilemiyor.
Atatürk heykellerine çelenk koymak yasaklanıyor. Artık bu kadarı da
olmaz diye ulusça galeyana gelinmiyor. Deniz Feneri’ni didikleyen
savcıları ağır cezada yargılattırıyorlar. Kimse, yahu utanmıyor musunuz
diye feveran etmiyor.
Türk halkına “Araplar kadar” insani duyguları depreşmiyor
Suriye’de ABD tetikçiliğinin bedeli 7-8 milyarı buluyor.
Sığınmacılara modern, kombili, her türlü konfora sahip çadır kentlere bu
güne kadar harcanan para 550 milyon doları aşıyor. Somali, Libya,
Filistin’e yapılan yardımlar milyar dolarları geçiyor.
Türkiye’de ise 250 bin yaşam savaşı veren öğretmen adayının (parasızlık
nedeniyle) atamaları yapılmıyor. Doğu ve Güneydoğu’da araçsızlıktan
karda, kışta 2-3 km yürüyerek okula giden çocuklar, tezekle ısınan
okullar, çocuğuna yeterince süt ve gıda veremediği için intihar eden
anneler, devlet himayesinden yoksun sokaklarda yaşayan 100 bin kimsesiz
çocuk yaşam savaşı veren 20 milyon vatandaş Başbakan’ın insani
duygularını depreştirmiyor.
“Filistinli bir babaya sarılıp ağlayarak ağıt çeken” Davutoğlu’nun yüreğini sızlatmıyor.
Başta Amerika, dünyanın en zengin ülkeleri zırnık vermezken Tayyip
Erdoğan’ın bölge liderliği hayali ve kendi reklamları uğruna bizim
vergilerimizi bizim halkımıza değil zebil olarak başka ülkelere
dağıtılıyor.
Oslo’dan sonra şimdi de İmralı’da Sevr hortlatılıyor
Dünya üzerinde teröristbaşı ile al gülüm ver gülüm pazarlığı yapan
ilk devlet oluyoruz. BDP ve PKK kesin olarak bağımsız bir Kürdistan
istiyor. O halde kiminle, neyin pazarlığını yapıyorlar. Bu tavizler
devletin aczi, “terörle bir yere varılamaz” deyiminin iflası değil de
nedir?
İstanbul başsavcı vekili Oslo toplantısını tüyler ürpertici olarak
niteliyor. MİT müsteşarıyla ilgili soruşturma başlatılıyor. Başbakan ucu
kendine dokunur diye gece yarısı bir yasa ile MİT müsteşarını
dokunulmazlık zırhı ile donatıyor. Peki, bu tüyler ürperten şeyler
nelerdir? Neden, neyi milletten gizliyorlar?
Eğer AKP, “PKK yalnız kimlik ve kültürel haklar istiyor.” Biz bunları
görüşüyoruz diyorsa, savcı neden bu görüşmeleri vahim diye tanımlıyor.
Başbakan neden Mit Müsteşarı’nı korumasına alma ihtiyacı duyuyor.
Tarih tekerrürden ibarettir. Damat Ferit – Vahdettin Sevr anlaşmasının;
(Sadrazam Tayyip ile vezir-i kebir Davut ve Kazasker MİT Başkanı)
tarafından Oslo’dan sonra şimdi de İmralı’da hortlatıldığına inanılıyor.
Osmanlı’nın ülkeyi leş kargalarına parsellediğinde bir Atatürk vardı.
Şimdi ise en az 60 milyon insan Atatürk ruhu ile “YETER, BU ÜLKE
SAHİPSİZ DEĞİL” diye şahlanırsa bunlar toz olur, kaçacak delik ararlar.
http://sozcu.com.tr/askere-ve-yargiya-kiydilar.html
Yorum Gönder