Anadolu Efes-EA7 Milano basketbol maçını TV’de izledikten sonra ertesi gün gazetelerde yorumları okuyorum. Vatan gazetesinde Anadolu Efes’in galebesi yorumlanırken “önce karakter” değerlendirmesi yapılıyordu. Kırk yıldır yazmaya çalıştıklarımın bir özeti idi bu: “Önce karakter ve kişilik”...
her türlü üçkâğıdın açıldığı bir ortamda dahi kalıcı başarının, uzun
süreli olarak ayakta kalmanın ana koşulu önce karakterdir. Kazip,
düzmece, belli çevrelerce şişirilmiş ünlülerin geçici başarılı
gözükmelerine bakmayın, uzun sürede herkes tarihteki yerini, tarihin
çöplüğündeki hak ettiği yeri alıyor.
Kişi yitirilmekte olan maçta bir kıvılcım, bir ateşleme bekler.
Basket maçında bir oyuncunun aşırı direnme gücü ile rakipten top
kapması, bloku, smaçı, beklenmeyen bir anda atılan üçlük, bir kıvılcım,
bir ateşleme oluyor. Futbol maçında da amatörce formasını ıslatan,
koşan, takımı, rengi için çaba harcayan bir oyuncunun gayreti,
yenilgiyi kabul etmemesi, haksız hakem kararlarına futboluyla isyanı
izleyenleri de, takım arkadaşlarını da ateşleyebiliyor.
Toplum yaşamında da durum farklı değil. Her şeyin bittiğini
sandığınız, bu işin sonu geldi diye umutsuzluğa kapıldığınız anda bir
kıvılcım parlıyor, bir ışık yanıyor. Halkın Cumhuriyet Bayramı’nı coşkuyla kutlaması, Atatürk’ün ölümünden yetmiş dört yıl geçmesine karşın, Anıtkabir’e
dört yüz bini aşkın ziyaretçi... Tüm bunlar umut ışığı yaktı. Bir
kıvılcım olur mu beklentisini yarattı. Bence esas umut verici ışık Deniz
Feneri davasında suçlanan üç savcının beraat etmelerinden, dava
bitiminde yaptıkları açıklamalardan geldi. İşte karakter ve kişiliğin
zaferi, “önce karakter” vurgusunun kanıtı diye düşündüm.
Beraat talep eden Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Zeki Özcan, yargılanan cumhuriyet savcıları Abdulvahap Yaran, Nadi Türkaslan ve Mehmet Tamöz, beraat kararı veren Yargıtay 11’inci
Ceza Dairesi, yargıya güvenin zedelendiği bir dönemde, yargıya güveni
tazeledi. Bana ve çevreme gerçekten mutluluk tattırdılar. Türkiye’de
kalabalık arasında güvenilir, karakterli, nitelikli kişiler bulmak,
gözlemlemek gerçekten bir mutluluk ve umut kaynağı oluyor. Değerli ya da
değersiz görülebilir; kendilerine kişisel teşekkürlerimi sunmanın yanı
sıra çevremin teşekkürlerini de iletmek isterim.
Tanrı’ya inanan her kul, ilahi adalet, Tanrı’nın
adaletini arar. Toplumsal yaşamda aranan adalettir. Yeryüzünde adalet
yargıçlar eliyle gerçekleştirilir, dağıtılır. Düzgün bir yaşam, herkesin
hak ettiğini alması, insanın insana kul olmaması, insan kişiliğine
saygı adaletin gereğidir. Bu nedenle yargıçlık son derece şerefli, onurlu olduğu kadar da sorumluluk taşıyan bir görevdir. Her yargıç kendini Tanrı’nın
yeryüzündeki eli gibi hissetmelidir. Cemaatin, tarikatın, partinin,
siyasal düzenin yargıcı olamaz, olmamalıdır da. Böyle bir izlenim
yaratılıyorsa, gerçek anlamda yargıç yok, sadece o şekilde yaftalananlar
var demektir.
Toplumsal yaşamda, “karakterli olun, kişiliğinizi koruyun, onurlu davranın” gibi sözler, cavalacozlaşma sürecinin yaşandığı dönemlerde hikâye gibi gelebilir.
Ancak süreç ne yönde olursa olsun doğrusu budur. Geçici
başarılar, yalakalar, iç ve dış odakların şişirdiği şöhretler, TV
kanallarının hak etmedikleri etiketleri taşıyan ünlüler yanıltmasın; siz
nihai sonuca, arkalarında bıraktıkları izlenimlere bakın.
Bir ülkede kişinin en büyük güvencesi ne ceza kanununun
hükümleri, ne anayasa maddeleri ne de kolluk güçleridir. En büyük
güvence yargıçlardır. Ankara’da yargıçlar var diyebilmektir. Sayın A. Yaran, Sayın N. Türkaslan, Sayın M. Tamöz, Sayın Z. Özcan ve Yargıtay 11’inci Ceza Dairesi yargıçları bu duyguyu yaşattılar. Sürmesi dileğiyle.
Yorum Gönder