Batı'nın en büyük tarih felsefecisi olarak kabul edilen İngiliz düşünürü Arnold Toynbee (ölm.1975), 1940'lı yıllarda dünyaya şunu söylüyordu: Yakında insanlık, mutlu bir geleceği dinlerin mirası içinden çıkarma gayreti içine girecektir. İdeolojiler devri bitmiştir...
Toynbee'nin kırklı yıllarda gördüğünü, aydınlarımız, Berlin Duvarı yıkıldığında yani elli yıl kadar sonra görebildi. Ve doğal olarak, Batı’yı ve çağı yanlış okumamız, sırtımıza elli yıllık bir gecikmenin ağır faturasını yükleyiverdi.
Toynbee, özellikle, Batı'nın yarınlarını kotaracak olanların dikkatine sunduğu uyarısında bir şeyin daha altını çizmiştir: ‘Yeniden Dinler Devri’nde, en büyük şans İslam'ın olacaktır. Hristiyanlık, tarih önündeki sınavında başarısız olmuş ve insanlığı komünizme teslim etmiştir.
Toynbee'nin bu öngörüsünün takipçisi idik. Böyle olduğumuz içindir ki Berlin Duvarı yıkıldığı günden beri bağıra bağıra şunu söyledik: İdeolojiler sahneyi boşalttı. Dinler yeniden başköşeye oturdu. Şimdi iki temel soru var:
1. İnsanlık, engizisyon deneyimlerinden ders almış olarak dinin, Allah ile aldatanlar tarafından sömürü aracı yapılmasına giden yolları tıkama ve dinden bir barış ve mutluluk reçetesi çıkarma başarısını gösterebilecek mi? Yoksa kitleler; açık veya maskeli engizisyonların yeniden sahneyi doldurması üzerine, eskisinden güçlü bir dinsizlik ideolojisine davetiye mi çıkaracaklar?
2. İslam, eski engizisyonun torunları tarafından, insanlıkla kucaklaşsın diye rahat bırakılacak mıdır, yoksa yirmi birinci yüzyılı peşine takmasını önlemek üzere birtakım siyasal oyunlarla sahneden uzaklaştırılması mı denenecektir?
Zaman, ne yazık ki, bu soruların ikisine de mutsuzluk ve umutsuzluk sergileyen cevaplar vermektedir. Başta ABD olmak üzere, çağın egemen kuvvetleri, sahne antiemperyalist İslam'a kalmasın diye büyük bir seferberlik içine girmiş bulunuyor. Temel hedef, engizisyon ve emperyalizmin bir numaralı düşmanı olan Kur'an dinini, emperyalizm yamağı bir ideolojiye dönüştürmek ve Müslüman kitleleri gardiyansız hapishaneler haline getirilen camilerde uyuşturup etkisizleştirmek. Atatürk devrimciliği işte buna engel olduğu içindir ki, ilk yüklendikleri kale Atatürk aydınlığı olmaktadır.
ANA HEDEF CUMHURİYET TÜRKİYESİ
Sağa sola hiç çekmeden ve büyük bir üzüntü duyarak söyleyelim ki, Müslüman dünya, kendisine kurulan emperyalist tuzağa düşmüştür. Cumhuriyet sayesinde bir istisna gibi duran Türkiye de ayaklarını ve kanatlarını tuzağa kaptırmak üzeredir.
1950’lerden sonra oynanan, Yeşil Kuşak İslamı, Afganistan'daki Taliban oyunu, şimdilerde yine bizim üzerimizden oynanan Ilımlı İslam oyunu büyük haçlı senaryonun muhtelif perdeleridir.
İslam bir ‘ilkellik ve dehşet sistemi’ olarak lanse edilebilmiştir. Kinini din, kan dökmeyi ibadet, oyuna gelmeyi zafer sanan akıl ve aydınlık düşmanı birtakım dinci çeteler aracılığı ile
Son ve kesin zafer, Türkiye'nin düşürülmesiyle elde edilecektir. Ana hedeflerden birincisi Türkiye’dir. Ön hazırlıklar, Cumhuriyet düşmanı hurafe ve sömürü dinciliğine zaten yaptırılmış bulunuyor.
Yaşadığımız günler, hazırlık döneminde ekilen fidanların meyvelerinin devşirilmekte olduğu günlerdir. Ancak karanlığın kesin zafer göstergesi, Anıtkabir’in dümdüz edilmesidir. Emperyalizm ve yamakları, olanca gayretleriyle bunu sağlamanın peşindeler. Televizyon ekranlarını taradıkça içimden hep şu ses yükseliyor:
“Acaba Türk televizyonları, özel olarak Atatürk’e ve Millî Mücadele’ye sövmek için mi kuruldu?! Ve, Halâskâr Gazi’nin milleti bu kadar nasıl düşebildi?!”
İmdi, şu anda bu topraklarda ‘olmak ya da olmamak’ kaygısıyla ilgili soru şudur:
Tarihin diyalektiği, emperyalizm ve işbirlikçilerine Anıtkabir’i dümdüz etme şansını verecek mi?
Yorum Gönder