Büyük Güç Olmak - Deniz Kavukçuoğlu

Son elli yıllık siyasal tarihimize damga vuran, yakın çevresi ve kendisine yakın basın tarafından “barajlar kralı” ilan edilen Sayın Süleyman Demirel’in ülküsü “Büyük Türkiye” idi. Döneminde girişilen doğru-yanlış sanayileşme ataklarıyla bu üne layık olmak için çaba gösterdi.
Ne var ki milliyetçi-muhafazakâr bir kişilik olan Sayın Demirel’in Türkiye’yi bölgenin “büyük gücü” konumuna getirmek gibi bir amacı yoktu; “Büyük Türkiye” söylemi kendi içinde büyüyen bir ülke anlamını içeriyordu.
***
Dışadönük “büyüklük” işaretini ilk veren siyaset adamımız Sayın Turgut Özal’dı. Fakat o “büyüklüğü” sayısal bir olgu olarak değerlendiriyordu. Demirel gibi bir Sünni olan Sayın Özal Nakşibendi tarikatının lideri Zahit Korkut Efendi’nin öğrencisiydi. Döneminde palazlanan Anadolu sermayesinin büyük çoğunluğunun Sünni-İslam bir renk taşımasında onun büyük payı vardır.
Altyapısı vahşi kapitalist, üstyapısı ise çağdışı feodal bir görünüm sergileyen bu ucube üretim biçiminin ülkenin “niteliksel” büyümesine bir katkı sağlaması ise eşyanın doğasına aykırı olurdu. Nitekim olmadı da. Ne var ki ülke ekonomisinin bu yoldan sayısal büyüme işaretleri göstermesi Sayın Özal’ı dış dünyaya yönelik olarak yüreklendirdi.
Onun Bulgaristan’da yaşayan Türk kökenlilere karşı reel sosyalist rejimde uygulanan baskılara ilişkin olarak söylediği, “Nüfusumuz yüz milyona hele bir ulaşsın ümüklerini sıkarız!” tümcesi bugün de belleklerdedir.
***
Bölgede “güç olmak” savı ve söylemini bir “vizyon” olarak ortaya atan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Demirel ve Özal’ın seçmen kitlelerini milliyetçi-muhafazakâr İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çevresinde toplayarak, başka bir deyişle Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi’nin ektikleri tarlaların hasadını toplayarak iktidar olmayı başaran Erdoğan’a üzerindeki Türkiye gömleği daha iktidar yıllarının başında dar gelmeye başlamıştı. Yalnızca Türkiye’nin değil, bölgenin de lideri olmak istiyordu. Yanına “yeni Osmanlıcı” Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da alarak “büyük güç” vizyonunu geliştirme çabalarına girişti. Çünkü büyük bir gücü temsil etmeden bölge lideri olunamıyordu.
Uygulamak istedikleri “komşularla sıfır sorun” politikasının nedeni de buydu. Bu arada Türkiye ekonomisi de önemli bir ithalat hacmi payıyla da olsa hızlı bir büyüme göstererek dünya sıralamasında 18. basamağa yükselmişti. Fakat bu ikilinin “büyük güç” olmaktan anladığı komşularının ve bölge ülkelerinin iç işlerine karışmaktı. Birkaç yıl içinde Türkiye komşuları Irak, İran ve Suriye için bir “sorun”a dönüştü. Libya ve Mısır’daki isyan hareketlerine verdiği açık destek bölge ülkelerini Türkiye üzerinde düşünmeye yöneltti. Bu süre içinde Yunanistan ve Ermenistan ile zaten “limoni” olan ilişkilerimiz daha da bozulurken, bölgede ne kadar çağdışı sultanlık, krallık, şeyhlik, emirlik varsa Türkiye’nin en yakın dostları durumuna geldi. Komşularla sıfır sorun politikası tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı. Suriye’ye ilişkin sürdürülen politika ise bu fiyaskoya dikilen tüy oldu.
***
Oysa Türkiye’nin bölgesinde bir çekim gücü olabilmesi için koşullar elverişliydi. Fakat çekim gücü olabilmek tek başına ekonomik büyüme/güçlenme ile olası değildi. Ekonomik gelişmeye koşut olarak niteliksel bir dönüşüm de gerekiyordu. Örneğin Türkiye’nin etnik, dinsel, mezhepsel çeşitliliği büyük bir şanstı. Türklük adına diğer etnisiteleri, Sünni Müslümanlık adına diğer din ve mezhepleri baskı altında tutmak, onları her anlamda eşit yurttaşlar olarak görmemek yapılabilecek en büyük yanlıştı. AKP, bu bağlamda kendisinden önceki siyasal iktidarların yanlış siyasetlerini sürdürdü.
Bölge ülkelerine “demokrasi” çağrısı yaparken, laik bir düzen önerirken, kendi antidemokratik ve antilaik uygulamaları tavan yaptı. Sonuçta “ülkede büyük güç” söylemi dünyanın gözünde bir mizah konusu oldu.
Konuyu yarın sürdürelim.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget