Denetimi NATO’nun sorumluluğuna bırakılan “Füze Kalkanı” projesinde AKP iktidarının üstlendiği rol, Ankara – NATO ilişkilerini geliştirirken, Fransa’da, Sarkozy’nin yerini bize daha ılımlı bakan Hollande’a bırakması, Türkiye’nin Batı ve Avrupa ile ilişkilerinin yeniden değerlendirilmesine yol açtı.
Bu değerlendirmelerle ilgili yazıları okurken, çok değil, sekiz yıl öncesine Ankara’da gündüz vakti havai fişeklerle “Avrupalı olmamızın(!)” kutlandığı 2004 yılı Aralık günlerine gittim.
Aradan geçen az süreye karşın, köprülerin altından çok sular akmış olması yüzünden, şimdi o ortamı algılamakta bile zorlanıyoruz.
Ama iki yüzyıldan fazla bir süredir, kendisine Avrupa içinde yer arayan Türkiye’de, özellikle Tayyip Erdoğan’ın AB ile üyelik müzakere süreci görüşmeleri için gün almayı başarması üzerine, kimileri Avrupa rüyasının gerçekleşmek üzere olduğuna gerçekten inandılar.
Oysa, belgeler 2004’te AB’nin Türkiye’yi içine alma değil, arafta tutma sürecini başlattığını gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
***
Aslında bu konuda, Ankara’daki iktidar ile Brüksel arasında yanlış anlama yoktu... Brüksel, Türkiye’yi kendi bünyesi içine almayıp, bekleme odasında tutmak isterken, Tayyip Bey ile ters düşmüyordu.
Türkiye’nin karizmatik yeni Başbakanı da, AB üyeliği peşinde değildi, o müzakere süreci için gün almayı arzuluyordu ve bunu da elde etmişti.
AB durumu Ankara’yı içine almadan nüfuz alanı içinde tutmanın yolu olarak görürken, Tayyip Bey’de sonuç vermeyecek olan üyelik müzakere sürecini Türkiye’deki dengeleri değiştirme konusundaki usta manevrasını kolaylaştıracak bir etken olarak kullanmayı düşünüyordu. Düşündüğünü de yaptı.
Ama bu arada, AB içinde özellikle Sarkozy’nin başını çektiği Türkiye karşıtı cephenin fütursuz kırıcı hatta küstah tavrı, yalnızca Türk kamuoyunun Avrupa rüyasını soldurmakla kalmadı, aynı zamanda, İsrail politikasının doğurduğu antipatinin AKP merkez çekirdeğinin yapısını da tetiklemesiyle birlikte, Türkiye’nin Batı’ya bakışı da son derecede olumsuz yönde etkilendi.
Bütün bunlar şu endişe dolu sorunun ortaya atılmasına neden oldu:
- Türkiye’nin ekseni kayıyor mu?
Yoktu öyle bir şey. Türkiye’nin yeni modeli böyle bir değişikliğe elverişli değildi.
***
Son olaylar, zaten yapısı gereği Batı’ya sıkı sıkıya bağlanmış iktidarla ilgili tereddütleri ortadan kaldırdı.
Kimileri bunu Türkiye’nin yeniden Batı’ya dönüşü yakınlaşması olarak niteliyorlar.
Oysa Türkiye Batı’dan ne kopmuş ne uzaklaşmıştı ne de yeniden dönmekte ve yakınlaşmaktaydı.
Türkiye son yıllarda Batı’nın çıkarlarıyla, kendi varlığının bekasını uzlaştırmış bir iktidar işbaşındadır.
Bu iktidar, küreselleşmenin çıkarlarıyla uyum sağlarken, aptesli kapitalist model ile yaşam biçimi, “demokrasisinin(!)” içeriği konularında tümüyle ters konumdadır.
Uzun yıllar böyle bir zıtlığın eninde sonunda modeli parçalayacağı düşünülürdü.
Oysa, modelin başarısı bu zıtlığı fevkalade başarıyla uzlaştırmasında yatıyor.
Tayyip Bey’in kafasında ne çağdaş bir toplum, ne Batı modeli bir demokrasi var.
Ama bu durum, onun tipik bir Ortadoğu toplumunun bütün kurumlarını benimserken, Batı ile uzlaşmasına, onun çıkarlarıyla bütünleşmesine engel oluşturmuyor.
Tayyip Bey iktidara geldiğinden bu yana görüntüde bazı değişiklik olmuş olabilir, ama özde değişiklik yok.
Türkiye 2002 yılında hangi yola girmişse hâlâ aynı yolda kararlılıkla ilerliyor.
Bu rota Batı’nın içinde olmayı amaçlamaz, yalnız onun çıkarlarıyla çelişmeyen bir doğrultuda olmayı içerir. Batı da bundan fevkalade hoşnuttur.
Olayı gözlemlerken düşülen yanlış, “Batılı” ile “Batıcı”yı karıştırmaktan doğuyor.
Yorum Gönder