Uluslararası geçerliliği olan tüm çalışmalar, raporlar, piyasalar düzeni verileri ile büyüyor, zenginleşiyor görünen Türkiye’nin, insani verilerle yaşamın her alanına dönük olarak en çok da eğitim kalitesinde, içeriğinde, kaygı duyulacak boyutlarda gerilere gittiğini çok çarpıcı sergiliyor. Akıllı tahtalar, tabletler Başbakan’ın olup bitenden bihaber, ilgisiz öğrenci velileri, seçmen vatandaşlarının gözlerini boyamasında ancak işe yarıyor. On yıllık iktidarlarında öğretmen kalitesinin aşağı çekilmesi, içi boşaltılan eğitim programları, yazboz tahtası uygulamaları ile zaten koşulların dayattığı test-ezberci sistemlerde, bilimi, aklını kullanması unutturulan yeni kuşaklardaki geriye gidiş ürkütücü .
Erdoğan iktidarları, Milli Eğitim Bakanlığı’nın toplumsal gelişmenin en önemli aracı, kaliteli, düşünen, sorgulayan, bilen insan yetiştirme kaygılarının olmadığının en önemli belgesi, öğrencinin yetiştirilmesinde anahtar rolü oynayacak öğretmene bakışları değil mi? Yaşam, iş güvencesi olan, sürekli kendini geliştirecek öğretmen yetiştirme kaygısı hak getire, dünyada kadrosuz, sözleşmeli, yetmedi geçici görevlendirmeli, dışardan saat ücretli kitlesel, yüz binlerle öğretmen çalıştıran en garabet ülke biz olmalıyız. “Öğretmenini, gerçekten çocuk yetiştirmeye ehil, kendine güvenli, bilgili, bilge, özgür aydın yerine, bağımlı, kul nasıl yaparım?” arayışları içinde olan bir başka Milli Eğitim Bakanlığı örneği var mıdır?
Çok ayrıntı gibi gelebilir ama can güvenliği, çocukların, öğretmenlerin yaşam güvencesinin karşılığı olduğu için çok anlamlı ve yaşamsaldır. Türkiye, zaten kamu inşaatlarında en çok vurgun ve yolsuzluğun yapılmasıyla bağlantılı olarak kaliteli, depreme dayanıklı okullara sahip olmada dünyada en ayıplı ülkelerin başını çekiyor olmalıdır. Kamuoyuna yansımadı belki, Van depremi sonuçları son belge, orta şiddetteki bir depremde göçen okullar tablosunda sınıfta kalınması bir yana, son 10 yıllık iktidar dönemi inşaatlarının da tümünün içinde başta okullarının kullanılamaz hasarlanması gerçeği sırıtmakta.
***
Milli Eğitim Bakanımız Ömer Dinçer’in öncelikleri arasında bu sorunlar yok. Öncelik 12 yıllık kesintisiz, zorunlu eğitim vitrininde, “kademelendirme” kavramı süslemesinde, zorunlu eğitim süresinin özünde 4 yıla indirilmesi... “Esnekleştirme” kavramının arkasına sığınılarak “Haydi kızlar yeniden okuldan eve, çocuk gelin adayı olmaya” olanağına kapı açmak, ürkütücü, vahim tek olumsuz sonuç olmayacak elbette.
“Mersine-tersine” özdeyişine uygun olarak dünyadaki eğitimi geliştirme arayışlarında, yeni bilimsel buluşlar, sonuçların yönlendirmesinde, okulöncesi eğitim, “en yaşamsal, yararlı eğitim” içeriğini kazanırken bakanlığın önceliğinde sözde kalıyor. Dünyadaki gidişin tersine yok sayılan okulöncesi eğitim için Bakan Dinçer, gündemlerinde ancak maddi koşullar nedeniyle zorunlu eğitim reformu taslağı içinde yer alamadığı savunmasını yapıyor.
İnsanın öğrenmeye, beceriye, kimlik kazanmaya, geliştirmeye beyninin en açık olduğu çocuk yaşları için, sorumluluklarının gereğini yapmamakta kaynaksızlıktan yakınan bakanlık, “dindar gençler yetiştirme, yaratma” uğruna kaynak israfında, bakanlık bütçesinin haksız akıtılmasında hiçbir sakınca görmüyor. Bakanlığın yeni zorunlu eğitim yasa paketinin içeriğinin “28 Şubat rövanşı” olarak değerlendirilmesi bile çok yetersiz kalabilir. Çünkü asıl dert imam hatip liselerinin çocuk yaştakiler için ortaöğretim bölümlerinin açılması, desteklenmesiyle sınırlı değil. Büyük bir aldatmaca olarak meslek lisesi kapsamında pazarlanan İHL’lerin çocuk yaşlardaki kızlar ve erkekler için kapılarının açılması, aynı yaşlarda okul dışı, Diyanet başta çok yaygın Kuran kurslarına yönlendirme çocukta kimlik oluşmadan, tek tip dindar genç yetiştirme, akıl, bilim, eleştirel, yenilikçi düşüncelerden koparma hesapları yatıyor.
Bir kez daha altını çizmek gerekiyor, şeriatla yönetilmeyen, rejimi demokrasi olan hiçbir ülkede, başka dinler için de geçerli olmak üzere, örneğin papaz okulu çıkışlı doktor, hukukçu, siyasetçi yetiştirme örneği yok. Meslek okulu olarak resmen tanımlanan İHL’ler bal gibi de imam yetiştirmekten çok, laikliğe, bilime, demokrasi, dünya örneklerine aykırı olarak imam kökenli, üstelik tek mezhep ağırlıklı bir eğitimden geçirilmiş, doktor, siyasetçi, hukukçu yetiştirilmesi gibi bir işlev üstleniyorlar.
Hukuk devleti, insan hakları, demokrasi düzeninin geçerli olduğu ülkelerde ailelerin dindar çocuk yetiştirme hakları özel katkıları ile olabilecek bir iştir. Laiklik, devletin okullarında inanca göre din eğitimine, seçmeli, ek dersler kapsamında düzenlenmesine olanak verir. Türkiye’de çok yaşamsal olan, teknik gelişmemizi de engelleyen meslek okullarının kısır kalmasının sorumluluğu, bakanlığın, iktidarların, İHL’leri meslek okulu olarak değil de dini duyguları sömürecek oy aracı olarak kullanmalarındadır. Sıkışan iktidar bir kez daha din üzerinden, ucuz oy avcılığına çıkıyor.
Yorum Gönder