Sayın Başbakan,
Öncelikle ikinci ameliyatınızın ardından size, telekonferans yöntemiyle yaptığınız 19 Şubat konuşmanızın ardından Türkiye’ye geçmiş olsun diyorum .
MİT krizinin başlangıcından 12 gün sonra yaptığınız bu konuşmayı tutuklu bir seçilmiş olarak demir parmaklıkların arkasından dinledim.
Benimki belki algıda seçicilikti ama, kamuoyunda da çok tartışılan şu sözlerinizin altını çizmiştim:
“Demokrasilerde, yasama, yürütme ve yargının yetki ve sınırları bellidir. Sınırları aşan her türlü girişim yetki gaspıdır. Millet iradesinin çiğnenmesidir. Biz bu ülkede gayrimeşruluğa izin vermeyiz. Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz.”
Yeryüzünde kimse kimseye kul olmasın, bunu biz de istemeyiz.
“Seçilmiş” tarifiniz nedir?
Sizin tarafınızdan seçilmiş olan mı yoksa millet tarafından seçilmiş olan mı?
Üzerinde başka bir güç olmadığını vurgu yapa yapa söylediğiniz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 8 üyesi tutuklu. Onlara verilen yüz binlerce oy millet iradesinin bir parçası değil mi?
***
Sayın Başbakan,
Konuşmayı partinizin İstanbul Gençlik Kolları Kongresi’ne hitaben yaptınız ve onlara Necip Fazıl’ın şu sözleriyle seslendiniz:
“Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik...”
İç barışa belki de en çok gereksinim duyduğumuz böyle bir dönemde “dava gençliği” yetiştirmek!
Kime karşı?
Özellikle “kininin” davacısı bir gençlik!
Sizin her sözünüzü doğru kabul ettikten sonra onun üzerine yorum yapanlar bile bunu anlatmakta zorlandılar. Necip Fazıl’ın o metni kaleme aldığı dönemin gerçekleri ışığında kullanılmış bir sözcük olduğunu, daha ileri bir yorum yapmamak gerektiğini söylediler.
Oysa sözcük zaten fazla yorum gerektirmeyecek kadar açıktı.
Bir ülke için en tehlikeli durumlardan biri, gençliğinin geleceğini ülkenin dışında aramaya başlamasıdır.
Oluşturduğunuz iklim, yaz boz tahtasına dönen eğitim gençleri ne ölçüde umutlu kılıyor, hiç düşündünüz mü?
Kamuoyu anketlerindeki “halkımız çok mutlu” sonuçlarıyla üzeri örtülecek bir durum değil bu.
***
Sayın Başbakan,
Bu ülkenin bütün kurumlarının, tarihinde görülmemiş bir uyum içinde olduğunu, bunu kimsenin bozamayacağını vurguladıktan sonra eklediniz:
“Kimse kaos, çatışma hayalleri kurmasın, kimse kriz duasına çıkmasın...”
Böyle bir duaya gerek yok ki!
Mevcut durum zaten yeterince kaos, çatışma, kriz, ne varsa üretiyor. Üstelik memlekette kaos ortamı yaratma ihtimali olanların hemen tümü tutuklandığı ya da etkisiz hale getirildiği halde!
***
Sayın Başbakan,
Şu çağrınız ne kadar güzel:
“Bu ülkenin aydınlarını, yazarlarını, medyasını, özellikle de siyasetçilerini daha sağduyulu ve daha sorumlu davranmaya davet ediyorum.”
Sormak isterim; acaba bu davete siz de icabet eder misiniz?
Konuşmalarınızda yeri geldikçe, “nereden nereye” diye biten karşılaştırmalar yapıyorsunuz.
Dünyadaki “medeniyetler çatışmasını”, “medeniyetler buluşmasına” çevirmeye girişecek kadar hoşgörü yanlısı görünen bir tutumdan, gençlere “kininizi unutmayın” diyecek noktaya geldiniz.
Çok uzağa gitmeyelim; dün, “yargının işine karışmayız” derken bugün, “seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” demektesiniz.
Neredeeeeen nereye!
Kaygılarımla...
Yorum Gönder