“Geçmiş başka bir ülkedir!”
Bu benim çok sevdiğim bir sözdür…
Yıllar içinde değişen şartlar, yaş ve de olgunluğun farklılaştırdığı “geçmiş algısı” ile bu algının eli mahkûm yarattığı “yabancılaşma efekti” için söylenir.
2011 Türkiyesi söz konusu olduğunda, aslında mecaz yüklü olan bu ifade, bire bir anlam kazanıyor.
2011 yazından geri dönüp -çok da değil!- on yıl öncesine baktığımda, geçmişin sahiden de artık bambaşka bir ülke olduğu izlenimine kapılıyorum.
Doğduğum, büyüdüğüm, kanıksadığım Türkiye’nin gözleriyle bugüne baktığımda; çok şeyi tanımakta zorluk çekiyorum.
Televizyonlar, gazeteler, sokaklar… her şey artık bambaşka ve hâlâ her gün değişiyor.
Toplu iftar masaları -misal!- göz önünde sokaklara taşarken itiş kakış, kavga gürültü, bin bir türlü dayatmayla içki masaları sokak aralarından toplanıyor…
Bildiğimiz, gittiğimiz, tanıdığımız restoranlarda, birdenbire “içki içen” / “içmeyen” müşteri ayrımları yapılıyor: “İçki içene ancak iç tarafta -restoranın hodri meydan göz önünde olmayan, en kuytu bölümünde- servis veriyoruz” tarzı yadırganır olmaktan çıkıyor.
Rubikon çizgisi
Geçmişle bugünün ülkesini “başka-laştıran” o rubikon çizgisi, işte tam bu türden uygulamaların artık yadırganır olmaması üzerinden geçiyor.
“Eh!” demeye başlıyor insanlar; “Ramazan günü. Sen de oturup balıkla rakını içmeyiver. Çok istiyorsan evinde iç/zıkkımlan!”
Ya da “Ramazanın orta göbeğinde… ücra, ıssız köşelere çekilsen bile; mütedeyyin bir Anadolu kentinde ağzına sigara koymak cüretini gösterme!”
“Mübarek ramazan günü, İETT otobüsüne şortla binmeyiver! Kendini bilmez bir kadın olaraktan haydi bindin… Git bir köşeye büzül, kıvrıl. Böylesine muhafazakâr bir toplumda sen bir solucandan farksızsın. Solucanlığını bil! Hangi cesaretle çıkıp göstere göstere, bacağını uzatıyorsun?”
En son 19 yaşındaki Nurcan İbrahimoğlu’nun otobüste maruz kaldığı saldırı ve ardından yaşadıklarını okuduğumda bunları düşündüm.
Ramazanda durumdan vazife çıkartıp ona buna müdahil olmaya kalkışan birileri Türkiye’de hep olmuştur/çıkar.
Ama bugün durum farklı...
“Vazife çıkartmayı” bir voleybolcu kızı otobüs ortasında “yumruklamaya” dek vardıran erkek yolcu artık, “mahalle baskısının” bundan böyle tamamen kendinden yana olduğunu biliyor. Ve bunun bilinci, özgüveniyle hareket ediyor.
Bu bilinçle dönüp kıza; “Çıplak bacaklarınla ne hadle sen bize gösteriş yapıyorsun!” diyor.
Anahtar cümle bu.
Kızın, kendi bedeni ve bacaklarından tedirginlik duymamasını adam, kafasındaki ortam/düzene uluorta bir “meydan okumak/kafa tutmak” olarak algılıyor.
İran’da tıpkı yaz aylarında “kapri pantolon” avcılığına çıkan ahlak polislerinin yaptığı gibi….
“Mahalle baskısı” sözcülüğüne soyunan kişi; kız, polis yardımı almak istediğinde; öbür yolculara dönüp kendinden emin; “Benim şimdi burada el kaldırdığımı gören var mı? Oldu mu?” diye soruyor/sorabiliyor.
Korkudan kimse ağzını açmayınca üstüne alay eder gibi; “Ben ona vurmadım bakın, o kendine vurdu!” diyerek sırra kadem basıyor.
Yolcular… bu kendini bilmeze had bildireceklerine; mağdur durumundaki kıza had bildirme yarışına giriyorlar. Olayın müsebbibi/“suçlu” olan sanki kızmış gibi “Yeter uzatma artık, akşam akşam başımıza iş çıkartma!” diyorlar. Polisi aramakta ısrar eden Nurcan İbrahimoğlu’nu, “eline vurarak” engellemeye çalışıyorlar…
Düzen ‘yumruk atandan’ yana!
Türkiye’de değişen işte bu.
“İklim/düzen” düpedüz artık otobüste göz önünde kadın/kız yumruklayan “saldırgandan” yana.
Ezcümle herkes bunun farkında.
Öyle olmasa ortaya “İslam adabına aykırı davrananları gettolara kapatalım!” diyen köşeciler çıkar mı?
“Hürriyet”te Ahmet Hakan ve Özkök yazdı.
“Yeni Şafak”tan Hayrettin Karaman; “Bir Müslüman imkânlar ve şartlar elverdiği takdirde” diye buyurmuş: “İslam ahkâm, ahlak ve adabının hâkim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister. Yine imkân bulunduğunda, şartlar müsait olduğunda, düzelteyim derken bozma ihtimali bulunmadığında, daha büyük sakınca doğurmadığında her Müslüman, aleni (açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, adaba aykırı bir davranışa engellemek veya ıslah etmek maksadıyla müdahale etmekle yükümlüdür.”
İşte bu kadar.
Kadın voleybolcuyu toplu taşıma aracında yumruklayan şahıs bu durumda Hayrettin Karaman’ın “fetvasını” hayata geçirmiş oluyor.
Otobüs yolcularının da bu mesajı sorgulamadan kayda geçtikleri görülüyor.
Kahraman’ın fetvasını, “amiral gazete” “Hürriyet” sütunlarına geçiren Hakan; “Süper tehlikeli bir yazı” başlığını kullanmış…
Başlığı okuyunca aklıma “Cumhuriyet”te yıllar önce yaptığımız; “Tehlikenin Farkında mısınız?” kampanyası geldi.
Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti Hakan.
“Tehlike” sözcüğüne biraz geç uyanmadınız mı?
Nilgün Cerrahoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder