Bir kumrunun gececil ötüşünde nice yaralarımız vardı, geride kalan aşklarımızda...
Tutkularımız vardı, acılarımız, ölüm haberlerimiz, bir ırmak gibi akan yaşamımızın içinden.
Bazen bir deniz kıyısında, bazen dağların eteklerinde kurardık düşlerimizi...
Hüzünlerimizi ve acılarımızı...
Nasıl paylaşırdık birlikte.
Çöllerin çiçeklemesini bekler gibiydi umutlarımız... Yaşamın upuzun sayrık saatlerinde... Yüreğin her şeye bedel olduğu günlerde.
Marina Tsvetaeva’nın o bildiğimiz dizelerinde... Bir kahroluş ve yok oluştu... Anlayıp anlatamadığımız:
“Arduvaz tahtalara yazıyorum adını
Solgun yelpaze kanatlarına
Nehirlerin denizlerin kumuna
Buzlara ve yüzüğümle camlara
çiziyorum adını
Ve asırlık ağaçların kalın
gövdelerine...”
***
Karakaşlı, kara saçlı bir yıldızla konuştuk dün gece... Yine poyraz esiyordu denizden.
Cunda’da kıyıda balıkçı tekneleri arasında...
Şehit haberleriyle sarsılmıştık...
Acıyı, ölümü, hüznü, öfkeyi iç içe yaşıyorduk.
Ve o dizelerin, bitmeyen aşkların ve tutkuların:
“Işığında konuşuyor, okuyor baş.
yeniden bilge oluyor, gökyüzüyle,
buluşmak istercesine...
........
Cılız sesleri dinleyip en paslı tellerin,
Kıpkızıl kokularını süzüyor
Kütüklerinden yazın.
Kutsal bir türkü duyuluyor tutuşan
kanatlarından.
Yaşının koca boşluğunun türküsü
Yırtıyor körpe geceyi.”
***
Beyaz ve kar kokulu dünyayı arıyor insanlık...
Savaşı değil barışı istiyor.
Demokrasiyi ve özgürlüğü...
Halkların kardeşliğini.
Rüzgârın çaldığı o melodi... Kayıp giden bir yıldız... Yok olan umutlarımız.
“Evet karşılık
verebilirdim senin
Akıl olmaz diyordu, olur diyordu gönlüm.
Senin ateşine yanmam
için sanıyorum ki
Fırtınalarla sürüklenip
gideceğim ben.”
***
Aydınlık bir su dünyasında, kenarları parlayan bir sevgi... Dostluk, arkadaşlık... Acılardan birini soydu, gizledi... İnsan gene de çoğunu, daha çoğunu isterdi.
Çiçeklenmiş bir evrende.
Beyaz ve pembe karafiller...
“Seni...Yalnız ikimiz alıp verebiliriz
Verecek neyimiz varsa birbirimize,
Yalnız ikimiz biriz, ne seninle gece
Ne geceyle ben; seninle ben, yalnız
Yapayalnız, o denli birbirimizle,
Delice ötesinde bilinen yalnız
kalmaların.”
***
Bugünlerde daha bir gösterişli doruklarda saçılan güzel kokular var... Yaşam var yeryüzü atlasında...
Ağaçların üzerinde kat kat yükselen mavilik.
Yaşam var, dopdolu aşk var.
Çocuklar var gülümseyen!
Öte yanda yağma var, talan var!
Unutulmuş bir gökyüzü...
O tiril tiril mavi tan çiçekleri...
Hüzün var, acı var, ölüm var...
Dost oluyor kimi zaman gökyüzünün sağanağı... umut oluyor yarınlar için... sevda oluyor soluyun usul usul.
Soğuk ve kötünün olduğu yerde...
Korkulu gözler görüyorum...
“Bu dağların sırtları
uykuya daldı
koyakların karanlığında
........
Artık bir şey yok
hiçbir şey kalmadı
cırcırböceklerinin gürültüsünden
başka
tedirginliğime yoldaşlık eden...”
***
Şehit cenazelere kalkıyor yine...
Yine ağlıyor analar, babalar, eşler, çocuklar.
Yürekler kanıyor...
Aşklarımız ve tutkularımız yok oluyor birer birer...
Ölmek tarla kuşları gibi, ılgımda...Ya da konduğu ilk dalda Cunda Adası’nda deniz kıyısında... Denizleri aşan bıldırcın sürüsü gibi...
Artık uçmayı özlemediğinden.
Belki sevmediğinden, küsüp gittiğinden...
Kör bir ispinoz gibi acılar içinde yaşamamak için...
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder