Kahramanlarımız - Ümit Zileli

5 Mart 2009 Perşembe...
Sabah saat 07.45 dolayları... Radyo Tatlıses’teki stüdyomda “Sesli Gazete” programımın son hazırlıklarını yapıyor, gazetelere göz gezdiriyordum... Stüdyo telefonu çaldı, “Mustafa Balbay arıyor” dedi görevli... Gözüm saate kaydı, “Allah Allah” diye mırıldandım... Sonra “eyvah, galiba Balbay programa katılamayacağını söyleyecek” diye düşünerek bekledim.. Balbay, neredeyse 15 yıl, kurduğum ya da çalıştığım tüm radyolarda, “Sesli Gazete”nin ayrılmaz parçası olmuştu... Onunla hafta içi her gün yaklaşık yarım saat süreyle yaptığımız sohbetler bilgi, mizah ve kahkahanın harmanlandığı tadına doyum olmayan dakikalardı... Hemen her gün, gittiğim her yerde, dinleyicilerin, bizim sohbetleri adeta ezberden anlatmaları, esprileri neredeyse aynı sözcüklerle tekrarlayıp kahkahayı patlatmaları sıradan olaylardan biri haline gelmişti!..
İşte tam da bu yüzden, canım sıkkın bir şekilde “Alo” dedim. Balbay’ın o sakin, sıcak sesi duyuldu ahizenin diğer ucundan, “Ümit günaydın... Ben bugün programa katılamayacağım...” Ben tam, “anlamıştım zaten...” girişiyle şakadan bir kızgınlık göstermeye hazırlanırken o devam etti:- Polis arkadaşlar var yanımda... Beni İstanbul’a götürmeye gelmişler. O nedenle bugün yokum, kusura bakma...
Donup kalmıştım.. “tamam kardeşim, merak etme” gibisinden abuk subuk bir şeyler geveledim... Telefonu kapattıktan sonra anladım, Sevgili Balbay ikinci kez gözaltına alınıyordu...
- Bu kısacık konuşma onunla demir parmaklıkların dışında yaptığım son konuşmaydı...


***
Aradan dört koca yıl geçti...
İlk günler, ilk aylar, ilk yıl içimde hep umutla koştum, koştuk Silivri’ye... Her duruşmada, her açık ya da kapalı görüşte hep o umuda sarıldık; hep tahliye bekledik... Yalnız o mu, Tuncay’ın da, Fatih Hoca’nın da, Yalçın Hoca’nın da, Doğu’nun da, diğerlerinin de salıverileceğini düşündük... - Adaleti bekledik...
Godot’yu bekler gibi!.. O umutla köşemde bir de bölüm açtım, Bir Yurtsevere Mektuplar...” Tam 120 mektup yazdım Balbay’a ve diğer kahramanlara içeriği giderek acılaşan... Silivri’yle ilgili başka yazılarımı da sayarsam neredeyse 3 yıla yakın bir süre... Balbay milletvekili seçildiği gün sonlandırdım mektupları... Artık söylenecek bir şey kalmadı diye düşünmüştüm. Ama o, onlar ısrarla aynı şeyi söylediler:- Biz burada rehin alındık. Kafalarındaki planı sonuçlandırmadan bırakmazlar bizi!..
Hep haklı çıktılar!.. Bırakın salıverilmelerini, yeni arkadaşlar getirdiler yanlarına.. Yeni davalar, yeni dosyalar, yeni tutuklular... Bırakın tahliyeyi, siroz, karaciğer kanseri, kalp yetmezliği bile sebep teşkil etmedi hürriyeti görmelerine... Bırakın özgürlüğü, tecrit hücrelerine tıkıldılar... Ne de güzel bir yerde yatırıldıklarını, ne de güzel beslendiklerini ispatlamak için yandaş kalemleri, Adalet Bakanı’nın peşine takıp Silivri gezisi bile düzenlediler, tek bir tutukluyla bile görüştürmeden, iyi mi!.. Sonunda anladık ki bu operasyonun bir tek hedefi var:
- Ruhlarını esir almak!..
İşte bunu başaramadılar!.. 4 yıl, 5 yıl, 6 yıl cendereden geçirilen, her türlü zulmü tadan yurtseverler dimdik durdular... İzlediğim onlarca duruşmada, hapishane ziyaretlerimde karşımda hep, bize moral veren, parmakları elle yazmaktan nasır bağlamış, gözlerinin içi gülen devrimcileri buldum... Ve o beton yığınından her defasında yüreğim kanayarak aklımda Nâzım’ın dizeleriyle çıktım:- Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin beyaz gömleğinle bir laboratuvarda, insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Silivri’deki, Hasdal’daki, Maltepe’deki tüm yurtseverlerin, tüm kahramanların önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget