Cumhuriyetin ömrü kelebeğin ömründen kısa

Sabah her gazeteyi açtığımda, tabi adam gibi gazeteden bahsediyorum. Siz o gazetelerin hangileri olduğunu biliyorsunuz. Yok hala boyalısını okumaya devam ediyorsanız, televizyonda kadın yarışmalarını izliyorsanız, zaten memleketten bir habersiniz demektir. Neyse, açtığımda gazeteleri her gün Cumhuriyet’in biraz daha yitip gittiğini görüyorum.
Adım adım… saniye saniye…
Şimdi de, THY’de yeni bir uygulama ile karşılaşıyoruz. Önce hostesleri örtüyorlar, sonra da dualı uçuşlar başlıyor. Yani, uçak düşerse “Cennet ayaklarının altında Toki!”
Uçakta ekrandan üç ayrı dilde dua yayınlanıyor.
Yorumu sizin olsun…
Bir başka gazetede  ise, Ata’nın Devrim Kanunları’nın kaldırıldığını okuyorum.
Yani Türkiye feryad ediyor!
Sahip çık bana! Diyor.
Yardım  Et. İmdat! Diyor.
Örneğin bana “Sanatçıysam ben tabi”,
Dile Getir, oyna beni! Diyor.
Ülkenin her tarafı mevzu  olmuş. Adına Türkiye dahi diyemeyeceğimiz ülkemizde, “Cumhuriyet’in Ömrü” belki de “Kelebeğin Ömründen” daha kısa!
Hal böyleyken, neden biz 1942 yılında geçen iki genç şairin üç şiirinden oluşan bir filmle zaman kaybedelim. Üstelik bu film bilerek ya da bilmeyerek Hükümet yandaşlığına hizmet etsin. Bugün kendisine ‘Sanatçı’ diyen herkesin para peşinde koşmayı bırakıp, ülkeye yardıma koşması lazım.

KÖTÜ GÖSTERMEK BUGÜNÜN MODASI

“Kelebeğin Ömrü” filmini izledim. Orada işlenen hatalardan elli yıllık, yarım yüzyıllık bir sanatçı olarak söz etmek istiyorum;
Filmde, Atatürk öleli dört-beş sene henüz olmuş, Zonguldak’ta temerküz kampı gibi gösterilen bir maden ocağında, işçiler madenlere yaşayan ölü gibi girmekteler ya da Hitler zamanı sabun olmak için, gaz odalarına giren Yahudiler’i anımsatıyorlar. Üstelik Türk Askerleri’nin faşizan baskıları da tepelerinde. Askerlerimiz tarafından coplanıyorlar iteleniyorlar yani askerlerimiz bugünkü Hükümet’in istediği gibi gösteriliyor. Ülke perişan, açlık kol geziyor. Millet veremden kırılıyor ve herşey ülkenin kötü yönetiminden kaynaklanıyor. Kim mi yönetiyor ülkeyi? Atatürk zihniyetinin, Cumhuriyeti'nin uzantısı “İsmet İnönü” Cumhurbaşkanı, Başbakan “Refik Saydam”.
O dönem, ekmek dahi karneyle dağıtılıyor. Şeker, un vs. ana ihtiyaç malzemeleri yok denecek kadar az. Ülke ekonomik olarak dibe vurmuş, sıfırı tüketmiş. Üstüne üstlük bir de, hastalıklar vurmuş ülkeyi. Tifo, tifüs, zatüre, zatülcemp ve verem. Çaresiz ölümcül hastalıklar. Zira, henüz penisilin denilen ilaç bulunmamış. Bu adı geçen hastalıklarla çok iyi beslenerek başetmek mümkün. Yağ, bal, tereyağ, süt, yumurta, bol et…Yani proteinli gıdalar. Atatürk Hükümeti’nin o gününde bunları bulmak ne mümkün! Ekmeği dahi insanlar karneyle alıyor. Yani kısacası, ekmek dahi yok! Kim yapıyor bunu? “Atatürk Hükümeti”. Yani suçlu, taze “Türkiye Cumhuriyeti” olarak gösteriliyor.
 Filmin içinde, bundan alenen söz edilmiyor ama, ima ediliyor. Duvarlarda  “Atatürk  Resimleri, Atatürk Rölyefleri”.  Bugünkü değil, o gün kü “CHP”nin altı oklu amblemleri sık sık çıkıyor karşımıza. Durumun müsebbibi (sorumlusu ) olarak  “CHP” gösteriliyor. Cumhuriyet’i kötü göstermek bugünün modası… Yıkmak için Cumhuriyet’i; padişahlığı yüceltip, Cumhuriyet’i alaşağı ediyorlar. Başbakan’ın söylemi bu. Her türlü yandaş da, menfaati için destekliyor durumu. Kimi korkuyor, destekliyor. Kimi çıkarı için, kimi de öyle olmasını sandığı için…
Tekrar filme dönelim. Ülkeyi dünyadan soyutlayarak gösterdiğinizde durum böyle… Ama, kazın ayağı başka.
Size, filmin geçtiği yıllar da, dünyadan söz edeyim;
Dünya savaşıyor. II. Dünya Savaşı, yeryüzünü kasıp kavuruyor. Evet, bizde ekmek karneyle ama, dünya onu da bulamıyor, aç. Herkes birbirini bombalıyor, ekonomi durmuş. Hastalıklar kol geziyor. Açlık, ilaçsızlık tavan yapmış. Kısacası, dünyada taş taş üstünde kalmamış. Birbirleriyle savaşan ülkeler… Karşılıklı mancılıkla…Kolera, veba gibi hastalıktan ölmüş insan cesetleri atıyorlar birbirlerine… Evler yıkılmış, yanmış…İnsanlar sokaklarda çöp yiyor…
Dünyanın o günkü haline bakıp mukayese ettiğimizde;
 Türkiye pırlanta ama; dünyanın durumunu göstermeden o günkü Türkiye’yi bir şekilde dillendirir ve bunun sorumlusunu “CHP” olarak gösterirseniz, “Tayyip Erdoğan”ın istediği, demek istediği filmi çeker, ona yandaşcılık eder, hizmet ederseniz okuma zahmetini göstermeyen milletimiz de  diğer yandaşların da gayretiyle bunu gerçekmiş gibi kabul eder.

PEKİ KONUNUN GERÇEĞİ NEDİR?

Şudur;
Cumhurbaşkanı “İsmet İnönü” büyük devlet adamlığı gösterip usta bir manevrayla, Türkiye’yi bu savaşa yani II. Dünya Savaşı’na sokmamıştır. Bu, o gün için çok büyük başarıdır. Dönemin Başbakanı Refik Saydam'dır. Ülkenin içinde bulunduğu gerçeği, sıkıntıyı bizzat dile getirir. Unutulmaması gereken şu olur; Türkiye, II. Dünya Savaşı’nı en az hasarla atlatmış bir ülkedir.

GELELİM FİLMİN SANATSAL YAPISINA

Senaryonun sapmasının dışında tekdüze sıkıcı bir hikaye çıkar karşımıza. Film, uzun ve temposuzdur. Giriş, gelişme, düğüm, sonuç yoktur. Durağan bir sudur film. Akmaz zaten. Ne dediği de belli değildir. Bir mesajı yoktur. Gizli mesaj “Bay Tayyip”in ağzıdır. Filmin bu sıkıcı yeknesak temposu aşırı ambalajlanılarak yok edilmeye çalışılmıştır. Filmde, başarısız senaryoya karşın, başarılı şeyler de olmaktadır. Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ oyununu Farah Zeynep Abdullah' ın oyununu fevkalade başarılı buldum. Bu kardeşlerime olan ilgim ve sevgim arttı. Yılmaz Erdoğan' ı “Behçet Hoca” rolünde başarılı ve olgun buldum. Ne var ki, filmin kilit rolünü üstlenen ve bunu taşıyamayan “Belçin Hanım” tek başına bütün filmi aşağı çekmeyi başarmış. Yaşı başı önemli değil. O role olup olmadığı da öyle. Gözle görünen bir gerçek varsa ki bu rolü oynayamamış. Bu tip roller için henüz erken. Daha çok pişmesi lazım. Üst üste başarısızlığa bir türlü doymuyor. Üstat “Haldun Taner” in “Keşanlı Ali Destanı” ndaki ‘Zilha’ rolünü oynayamadığı için, aşağı çekmişti. Ve bu önemli eser yayından kalkmıştı. Her sahneye aynı mimik ve bakışlarla yaklaşıyor ki, bu olmayan bir şeyi zorla dayatmanın ötesine geçemez hiçbir zaman.
Gerek ‘Yılmaz’ gerekse ‘Necati’, benim rahle-i tedrisatımdan geçmiş arkadaşlarımdır ve onlarla hep iftahar etmişimdir. “Vizontele” filminde , “Neşeli Hayat” filminde ve “BKM Mutfak” la yaptıkları filmlerde hep açıp kutlarım kendilerini. Fakat, bu kez üzülerek söyleyeceğim “Olmamış'' birşeyi ‘Hükümet’ ağzıyla konuşup, göklere çıkaranlar gibi yapamayacağım. Türkiye’nin imdat alarmı verdiği bu günlerde dolaylı da olsa, “Hükümet” e yaranmaya çalışan bu filmi, içime sindiremediğimi ifade etmeliyim.
Konuyla ilgili bir ayrıntıdan da, söz etmeden geçemeyeceğim. “Dalaksız” bir köşe yazarı, adı geçen filmin daha vizyona girmeden fragmanını izlemiş. Filmi aşağılayarak yerden yere vurmuştu. Ben de, kendi kendime kızmıştım. “Ne kadar haince bir davranış!” diye. Sonra aynı “Dalaksız” bu kez “Gitmeyeceğim, izlemeyeceğim”dediği filmi izlemiş, yere göğe sığdıramamıştı. Köşesinde bile tutarlılığı sürdüremeyen bu insanlar yönlendiriyor bizi.

Saygılarımla…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget